#smrgKİTABEVİ Sinematograf Üzerine Notlar -

Stok Kodu:
1199145461
Boyut:
12x19
Sayfa Sayısı:
72 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2012
Çeviren:
Nilüfer Güngörmüş
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
0,00
1199145461
531626
Sinematograf Üzerine Notlar -
Sinematograf Üzerine Notlar - #smrgKİTABEVİ
0.00
ÖNSÖZ

İşte yaratıcılığın diğer yüzü; Bir Köy Papazının Günlüğü'nden Lancelot'ya, Jeanne d'Arc'tan Para'ya kadar süren kesintisiz görüntü akışından gelen yaşamsal gücün geride bıraktığı hafif izler, pırıltılar. Bresson yıllardır hep aynı soruları soruyor. Oyuncu ve model üzerine, kimilerinin sinema dediği, Bresson'un ise zor bir isimle, sinematograf olarak adlandırdığı, bu hâlâ yeni sanatın kullanımı üzerine sorular. (Lumière kardeşlerin en başta yarattıkları büyü, ağaçları gördüklerinde insanların şaşırmaları "çünkü yaprakları kıpırdıyordu".)

Acaba sorular mı filmleri, yoksa filmler mi soruları ortaya çıkardı? Ve sorular neye yarıyor? Kışkırtmaya, düşünmeye, bilgeliğin peşine düşmeye. Yeni bir dil, bir mükemmellik yaratmaya yarıyor sorular.

Film yapan biri (Bresson sinematografik yaratıcı ile yönetmen, sahneye koyan yani tiyatro kaynaklı kavramların tutsakları arasındaki temel farklılığın üzerinde ısrarla duruyor) yapay bir yaratımın hükümdarı değildir. Bir insandır, yalnızca bir insan, umutsuzca, bütün yüreğiyle duygularının titreşimlerini gün ışığına kavuşturmaya ve onlara biçim vermeye çalışan bir insan. Ne bir Tanrı, ne bir kahraman: bir insan.

Bresson günlüğüne birkaç kelimeyle gözlemlerini yazdı. İnsanı insan yapan her şeyi: zevklerini, tiksintilerini. Özellikle kendini beğenmişliğe, entelektüalizme ve konformizme karşı duyduğu tiksintiyi. İçtenliğe, doğaya karşı hayranlığını (işkenceciler karşısındaki Jeanne d'Arc'ın "iyi doğası"). Sanatta kesinlik ve tutumluluk için. Görünmenin karşısında, olmak, yani oyuncunun karşısında model. Model (Bresson'un oyuncuya yeğlediği kelime) ressam için bir coşkunluk, ilhamdır: "taklit edilemeyen ruh, taklit edilemeyen beden."

Neredeyse dikkatsizce ortaya atılmış bu notlarda, bütün doluluğuyla ve kimi zaman büyük acılarla yaşanmış, sonunda Bresson'u sinematografik yaratıcılığın gökkubbesine çıkarmış serüvenin özünü kavrıyoruz. Bu kelimelerin yalınlığı ve sıkılganlığında, onun gerçeğe olan tutkusunu, mükemmellik takıntısını hissediyor, içtenpazarlık ve bayağılığa karşı, paranın gücüne karşı bitmek bilmeyen kavgasının farkına varıyoruz. Genèse'ini (Tekvin) çekmek için bunca yıldır verdiği mücadelenin hâlâ nasıl bir inat ve cesaret istediğini anlamamak mümkün mü?

"Hakiki olan taklit edilemez, sahte olan ise dönüştürülemez." Bresson için sanat, zayıflığın acısına tek çaredir. Ama sanat daha da fazlasıdır. Gerçeğin görünen, su yüzünde olan tek yönünü ortaya koyar. Bu konuda Bresson büyük ressamlara, özellikle empresyonistlere ve Matisse'e yakındır. Notlarını okurken, oriental sanatı, Houkusai'nin zen budizmle yoğrulmuş resimlerini düşünmeden edemeyiz. Araçlar karşısında aynı tutumluluk, duyusal olana aynı hayranlık, duyuların kabarmasıyla gelişen aynı oyun. Her şeyi önceden kestirilemez ve güçlü selinin önüne katarak akıp giden yaşam. Görüntüler, sesler gerçeği bir an algılanabilir kılar: "Görünmez olan rüzgârı esip geçerken şekillendirdiği suyun diline tercüme etmek." Böylece Bresson sürpriz sanatını, yani avını canlı canlı yakalayan mutluluğu mu öğretiyor? "Oltanın başında bekleyen bir balıkçı gibi, ne tutacağını bilmeden bekle. (Meçhul bir yerden çıkagelen balık.)"

Artık Bresson'un klasisizmle hiçbir ilgisi olmadığını biliyoruz (hem Lancelot hem Para bunu gayet iyi ortaya koyar). Yapıtları duyuların sadece keşfedilmesinin çok ötesindedir. Hakikat, güzellik, tanrısal gizemimizin her parçası, kolayca yanılgıya düşebilecek bu açılımlar aracılığıyla algılanır. Hakikat kırılgandır, işte bu yüzden özenli olmamız gerekir.

Bresson yıllardır, kendi seçtiği bu zorlu yolda tek başına ilerliyor. Yapıtlarının her biri başdöndürücü boşlukların üzerinden bir sıçrayıştır. İşte bu yüzden kendi elleriyle yazdığı bu notlar bizim için böylesine değerlidir. Umut ve umutsuzluk, özlem ve reddediş dolu yılların izleridir. Bu izler Robinson Crusoe'nun günlüğündekiler kadar gerçek ve derindir. Bu notlar, hayaller, tutkular bize beden ile düşüncenin birbirini tamamlayıcılığını, biçimlerin dilini, seslerin dilini gösterir.

"Filmimin bakışlarla yavaş yavaş oluştuğunu hayal ettim, tıpkı renkleri hep taze kalan bir tablo gibi."

Hayal: Bresson'un hayali, yaşamın zenginliğini ve göz kamaştırıcılığını paylaşmak. Bedene ve yüze duyduğu sevgi. Genç bir kızın ensesi, bir omuz, yere sıkıca basan bir çift çıplak ayak.

"Bir iç çekiş, bir sessizlik, bir kelime, bir cümle, bir gürültü, bir el, modelinin tepeden tırnağa bedeni, yüzü, dinlenirken, hareket ederken, yandan, önden görünüşü, uçsuz bucaksız bir görüntü, daracık bir mekân…" Başka bir yerde ise: "Gözün fışkırtıcı gücü."

Bresson, bu tehlikeli ve sıkı arayışta, iktisadın gerekliliğinden, aynı zamanda da yaratımın hazzından söz eder bize. Sanat düşüncede değildir. Sanat gözdedir, kulaktadır, insanın bütün tenindedir. Mozart'ın konçertoları için söyledikleri burada anlama kavuşuyor: "Parlaklar… Ama yoksulluktan yoksunlar."

Bresson'un sözlerinde de aynı yoğunluk var. Bu sözler deneyimli bir yönetmenin günlüğüne düştüğü notlar değildir sadece. Yara izleri, acının belirtileri, mücevherdir bu sözler. Gecemizde (beyazperdenin aydınlanması için yaşanması kaçınılmaz olan yaratımın gecesinde) birer yıldız gibi parlar, mükemmele giden basit ve zorluklarla dolu yolu aydınlatırlar. - Le Clézio (1988)

ÖNSÖZ

İşte yaratıcılığın diğer yüzü; Bir Köy Papazının Günlüğü'nden Lancelot'ya, Jeanne d'Arc'tan Para'ya kadar süren kesintisiz görüntü akışından gelen yaşamsal gücün geride bıraktığı hafif izler, pırıltılar. Bresson yıllardır hep aynı soruları soruyor. Oyuncu ve model üzerine, kimilerinin sinema dediği, Bresson'un ise zor bir isimle, sinematograf olarak adlandırdığı, bu hâlâ yeni sanatın kullanımı üzerine sorular. (Lumière kardeşlerin en başta yarattıkları büyü, ağaçları gördüklerinde insanların şaşırmaları "çünkü yaprakları kıpırdıyordu".)

Acaba sorular mı filmleri, yoksa filmler mi soruları ortaya çıkardı? Ve sorular neye yarıyor? Kışkırtmaya, düşünmeye, bilgeliğin peşine düşmeye. Yeni bir dil, bir mükemmellik yaratmaya yarıyor sorular.

Film yapan biri (Bresson sinematografik yaratıcı ile yönetmen, sahneye koyan yani tiyatro kaynaklı kavramların tutsakları arasındaki temel farklılığın üzerinde ısrarla duruyor) yapay bir yaratımın hükümdarı değildir. Bir insandır, yalnızca bir insan, umutsuzca, bütün yüreğiyle duygularının titreşimlerini gün ışığına kavuşturmaya ve onlara biçim vermeye çalışan bir insan. Ne bir Tanrı, ne bir kahraman: bir insan.

Bresson günlüğüne birkaç kelimeyle gözlemlerini yazdı. İnsanı insan yapan her şeyi: zevklerini, tiksintilerini. Özellikle kendini beğenmişliğe, entelektüalizme ve konformizme karşı duyduğu tiksintiyi. İçtenliğe, doğaya karşı hayranlığını (işkenceciler karşısındaki Jeanne d'Arc'ın "iyi doğası"). Sanatta kesinlik ve tutumluluk için. Görünmenin karşısında, olmak, yani oyuncunun karşısında model. Model (Bresson'un oyuncuya yeğlediği kelime) ressam için bir coşkunluk, ilhamdır: "taklit edilemeyen ruh, taklit edilemeyen beden."

Neredeyse dikkatsizce ortaya atılmış bu notlarda, bütün doluluğuyla ve kimi zaman büyük acılarla yaşanmış, sonunda Bresson'u sinematografik yaratıcılığın gökkubbesine çıkarmış serüvenin özünü kavrıyoruz. Bu kelimelerin yalınlığı ve sıkılganlığında, onun gerçeğe olan tutkusunu, mükemmellik takıntısını hissediyor, içtenpazarlık ve bayağılığa karşı, paranın gücüne karşı bitmek bilmeyen kavgasının farkına varıyoruz. Genèse'ini (Tekvin) çekmek için bunca yıldır verdiği mücadelenin hâlâ nasıl bir inat ve cesaret istediğini anlamamak mümkün mü?

"Hakiki olan taklit edilemez, sahte olan ise dönüştürülemez." Bresson için sanat, zayıflığın acısına tek çaredir. Ama sanat daha da fazlasıdır. Gerçeğin görünen, su yüzünde olan tek yönünü ortaya koyar. Bu konuda Bresson büyük ressamlara, özellikle empresyonistlere ve Matisse'e yakındır. Notlarını okurken, oriental sanatı, Houkusai'nin zen budizmle yoğrulmuş resimlerini düşünmeden edemeyiz. Araçlar karşısında aynı tutumluluk, duyusal olana aynı hayranlık, duyuların kabarmasıyla gelişen aynı oyun. Her şeyi önceden kestirilemez ve güçlü selinin önüne katarak akıp giden yaşam. Görüntüler, sesler gerçeği bir an algılanabilir kılar: "Görünmez olan rüzgârı esip geçerken şekillendirdiği suyun diline tercüme etmek." Böylece Bresson sürpriz sanatını, yani avını canlı canlı yakalayan mutluluğu mu öğretiyor? "Oltanın başında bekleyen bir balıkçı gibi, ne tutacağını bilmeden bekle. (Meçhul bir yerden çıkagelen balık.)"

Artık Bresson'un klasisizmle hiçbir ilgisi olmadığını biliyoruz (hem Lancelot hem Para bunu gayet iyi ortaya koyar). Yapıtları duyuların sadece keşfedilmesinin çok ötesindedir. Hakikat, güzellik, tanrısal gizemimizin her parçası, kolayca yanılgıya düşebilecek bu açılımlar aracılığıyla algılanır. Hakikat kırılgandır, işte bu yüzden özenli olmamız gerekir.

Bresson yıllardır, kendi seçtiği bu zorlu yolda tek başına ilerliyor. Yapıtlarının her biri başdöndürücü boşlukların üzerinden bir sıçrayıştır. İşte bu yüzden kendi elleriyle yazdığı bu notlar bizim için böylesine değerlidir. Umut ve umutsuzluk, özlem ve reddediş dolu yılların izleridir. Bu izler Robinson Crusoe'nun günlüğündekiler kadar gerçek ve derindir. Bu notlar, hayaller, tutkular bize beden ile düşüncenin birbirini tamamlayıcılığını, biçimlerin dilini, seslerin dilini gösterir.

"Filmimin bakışlarla yavaş yavaş oluştuğunu hayal ettim, tıpkı renkleri hep taze kalan bir tablo gibi."

Hayal: Bresson'un hayali, yaşamın zenginliğini ve göz kamaştırıcılığını paylaşmak. Bedene ve yüze duyduğu sevgi. Genç bir kızın ensesi, bir omuz, yere sıkıca basan bir çift çıplak ayak.

"Bir iç çekiş, bir sessizlik, bir kelime, bir cümle, bir gürültü, bir el, modelinin tepeden tırnağa bedeni, yüzü, dinlenirken, hareket ederken, yandan, önden görünüşü, uçsuz bucaksız bir görüntü, daracık bir mekân…" Başka bir yerde ise: "Gözün fışkırtıcı gücü."

Bresson, bu tehlikeli ve sıkı arayışta, iktisadın gerekliliğinden, aynı zamanda da yaratımın hazzından söz eder bize. Sanat düşüncede değildir. Sanat gözdedir, kulaktadır, insanın bütün tenindedir. Mozart'ın konçertoları için söyledikleri burada anlama kavuşuyor: "Parlaklar… Ama yoksulluktan yoksunlar."

Bresson'un sözlerinde de aynı yoğunluk var. Bu sözler deneyimli bir yönetmenin günlüğüne düştüğü notlar değildir sadece. Yara izleri, acının belirtileri, mücevherdir bu sözler. Gecemizde (beyazperdenin aydınlanması için yaşanması kaçınılmaz olan yaratımın gecesinde) birer yıldız gibi parlar, mükemmele giden basit ve zorluklarla dolu yolu aydınlatırlar. - Le Clézio (1988)

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat