Varlık Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi - Kanaat Toplumunda Yaşamak - Sayı: 1334 Kasım

Stok Kodu:
1199198190
Boyut:
19x27
Sayfa Sayısı:
112 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2018
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Enso
Dili:
Türkçe
0,00
1199198190
584185
Varlık Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi - Kanaat Toplumunda Yaşamak - Sayı: 1334      Kasım
Varlık Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi - Kanaat Toplumunda Yaşamak - Sayı: 1334 Kasım
0.00
Dosya konusu çok boyutlu, içine girildikçe dallanıp budaklanıyor. Elimizden geldiğinde dört ayrı yazıyla güncel kanaatperverliği incelemeye çalıştık. İlk yazı Nilgün Tutal'ın: “Hegemonik Kanaatler Çağının Hastalığı: Episteme ve Doxa Arasındaki Kopuş”. Yazıda Tutal halkın görüşü olduğu sanılan doxa'nın her yanı işgal etmesini ve bunun yarattığı özgürlük ve demokrasi sorunlarını ele alıyor. Antik Yunan'da bilimsel bilgi episteme ile doxa henüz çağımızda olduğu gibi zıt iki şeyi temsil etmediğini, dilin ya da sözün çağımızda olduğu gibi zaptedilmediğini işaret ederek, bu tehlikenin farkında olan Antik Yunan'ın dilin zaptedilmesinin önüne geçmek için Logos'un, ortak sözün kamuyu ilgilendiren sorunlara dair bir fikir birliğiyle oluşturulmasını güvence altına almak için yurttaşların eğitiminde retoriği ve poetikayı, yani dilin argüman üretici ve ikna edici stratejilerini öğrenmelerine önem verdiğinin altını çiziyor. Yazıda kanaatlerin egemenliğini akla ve söze karşı dayatmasıyla ortaya çıkan sorunun; insanların kanaatlerle düşünüyor ve hissediyor olmasından öte, kanaatlerin inşasına tüm toplumsal farklılığıyla yurttaşların hepsinin katılmasının gittikçe zorlaşması, yurttaşların ne siyasetçiler ne de medya profesyonelleri kadar dilin retorik ve poetik gücünü kullanmayı bilmesi olduğunun altı çiziliyor. Sarphan Uzunoğlu “Kanaat Toplumunda ‘Canavarların' Hızlı Fabrikasyonu” başlıklı yazısında kanaat toplumunda canavarların işlevi temasına odaklanıyor. Yani toplum, siyaset ve medya canavarları nasıl yaratıyor, nasıl işlevselleştiriyor ve kanaatin üretiminde kullanıyor sorularına cevaplar bulmaya çalışıyor. Uzunoğlu yazısında kanaat üretmek için farklı toplumsal figürlerin ve hatta kimi ülkelerin tarihin farklı dönemlerinde farklı yerlere konumlandığını, ama yıllar sonra “normalleşme” ile kanaatlerin bu aktörler lehine değişebildiğini gözler önüne seriyor. Yazıda günümüzde canavarlar olmadan, anaakım bir siyaset anlayışı geliştirmenin ya da bir haber odası yürütmenin artık mümkün olmadığı saptaması örnekleriyle tartışılıyor. Sarphanoğlu canavarlarımızı nasıl ürettiğimizi ve finansal ve siyasal aktörlerin canavarların varlığından ne tür faydalar sağladığını, daha da önemlisi canavarlar olmasaydı bildiğimiz anlamda bir toplumsal yaşamın mümkün olup olmadığını tüm güncelliğiyle sorguluyor. Kanaatlerin medya ve siyaset evreninde bazı kişi ya da olayların canavarlaştırılarak nasıl üretildiğini ele alan Uzunoğlu'nun yazısındaki tartışma Aydın Çam'ın “Neredeyiz?” sorusuyla sinemada kanaatlerin inşasında ne tür stratejilerin izlendiğini sorgulamasıyla devam ediyor. Çam sinema ve kanaat arasındaki ilişkiyi ele alırken F. Jameson'ın bilişsel “modernlik sonrası dönemde” bireyin dünyayı temsil kadrajları (frames of representations) halinde alımladıkları saptamasına dayanıyor. Yazı, mütehakkim kültürel anlayışın baskısıyla, öznenin dünyaya dair bilgisinin tutarlı bir temsile (çoğunlukla da bir imgeye) bağlandığını belirterek, bireyin gündelik eyleminin de toplumsal gerçeklik içinde değil, toplam yapının küçük bir parçası olarak nasıl anlam kazandığını tartışıyor. Bu yeni gerçekliğin, deniyor yazıda, asla tam olarak alımlanamasa da, sinema, televizyon ya da video gibi yeniden üretilebilir iletişim ortamlarında sembolik çöküntüleri görülebilir. Bu bağlamda yazı, ülkemizde bireyin (makbul bireyin) televizyon ve sinemadaki temsiliyle oluşturulmaya çalışılan bilişsel haritalarının ya da kanaatlerinin nasıl inşa edildiğini gösteriyor. Kanaatlerin oluşturulmasında episteme ve doxa arasındaki kopuşun rolünün, bilişsel haritalarla dünyayı ve kendimizi algılıyor oluşumuzun ve çağımızda siyasetin iş değil de görünüş üzerinden takdir toplamasında, kimi olay ya da kişilerin canavarlaştırılmasında medyanın siyasetin oyununu oynamasının tartışıldığı yazıların ardından Korkmaz Alemdar “Aklı Veren Kim: Köşede Oturanlar mı, Köşeden Yazanlar mı?” diye soruyor. Yazısında bilginin hızını artık ölçemediğimiz çağımızda geçmişten günümüze Türkiye'de habercilik denince ilk akla gelen köşe yazarlığı kurumunu tartışmaya açıyor. Eskiler hitabeti güçlü, bilgisi az yazarlarken, günümüzde bilginin dallanıp budaklanması sonucunda bilgili yazarların çoğalmasına çok ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Ancak Alemdar bilgiden çok kanaat inşacılığının geçer akçe olduğu ve iktidarın iletişim araçları üzerinde mutlak bir denetim kurduğu günümüzde beklentilerin karşılanmasının çok zor olduğunu belirtiyor. Ekim dosyasında yalan haber ve siyaseti tartışmıştık. Kanaatlerin oluşumunun ve yapısal özelliklerinin farklı boyutlarını ele alan bu sayının yazıları yalan haber ve siyasetin daha geniş bir bağlamda tartışılmasına imkân verdi. İki dosyanın yazıları bir arada yeniden okunabilir. Batı aklın ve sözün temkinli alanında oluşan kanaatlerin artık her ikisini de hiçe sayan bir yolla nasıl olup da oluştuğunu sorgularken, aklın ve sözün retoriğe güçlüler lehine yenildiği ülkemizde kanaatlerin egemenliği altında yaşamanın ne kadar zor oluğunu her gün yeniden deneyimleyip yaşıyoruz.
Dosya konusu çok boyutlu, içine girildikçe dallanıp budaklanıyor. Elimizden geldiğinde dört ayrı yazıyla güncel kanaatperverliği incelemeye çalıştık. İlk yazı Nilgün Tutal'ın: “Hegemonik Kanaatler Çağının Hastalığı: Episteme ve Doxa Arasındaki Kopuş”. Yazıda Tutal halkın görüşü olduğu sanılan doxa'nın her yanı işgal etmesini ve bunun yarattığı özgürlük ve demokrasi sorunlarını ele alıyor. Antik Yunan'da bilimsel bilgi episteme ile doxa henüz çağımızda olduğu gibi zıt iki şeyi temsil etmediğini, dilin ya da sözün çağımızda olduğu gibi zaptedilmediğini işaret ederek, bu tehlikenin farkında olan Antik Yunan'ın dilin zaptedilmesinin önüne geçmek için Logos'un, ortak sözün kamuyu ilgilendiren sorunlara dair bir fikir birliğiyle oluşturulmasını güvence altına almak için yurttaşların eğitiminde retoriği ve poetikayı, yani dilin argüman üretici ve ikna edici stratejilerini öğrenmelerine önem verdiğinin altını çiziyor. Yazıda kanaatlerin egemenliğini akla ve söze karşı dayatmasıyla ortaya çıkan sorunun; insanların kanaatlerle düşünüyor ve hissediyor olmasından öte, kanaatlerin inşasına tüm toplumsal farklılığıyla yurttaşların hepsinin katılmasının gittikçe zorlaşması, yurttaşların ne siyasetçiler ne de medya profesyonelleri kadar dilin retorik ve poetik gücünü kullanmayı bilmesi olduğunun altı çiziliyor. Sarphan Uzunoğlu “Kanaat Toplumunda ‘Canavarların' Hızlı Fabrikasyonu” başlıklı yazısında kanaat toplumunda canavarların işlevi temasına odaklanıyor. Yani toplum, siyaset ve medya canavarları nasıl yaratıyor, nasıl işlevselleştiriyor ve kanaatin üretiminde kullanıyor sorularına cevaplar bulmaya çalışıyor. Uzunoğlu yazısında kanaat üretmek için farklı toplumsal figürlerin ve hatta kimi ülkelerin tarihin farklı dönemlerinde farklı yerlere konumlandığını, ama yıllar sonra “normalleşme” ile kanaatlerin bu aktörler lehine değişebildiğini gözler önüne seriyor. Yazıda günümüzde canavarlar olmadan, anaakım bir siyaset anlayışı geliştirmenin ya da bir haber odası yürütmenin artık mümkün olmadığı saptaması örnekleriyle tartışılıyor. Sarphanoğlu canavarlarımızı nasıl ürettiğimizi ve finansal ve siyasal aktörlerin canavarların varlığından ne tür faydalar sağladığını, daha da önemlisi canavarlar olmasaydı bildiğimiz anlamda bir toplumsal yaşamın mümkün olup olmadığını tüm güncelliğiyle sorguluyor. Kanaatlerin medya ve siyaset evreninde bazı kişi ya da olayların canavarlaştırılarak nasıl üretildiğini ele alan Uzunoğlu'nun yazısındaki tartışma Aydın Çam'ın “Neredeyiz?” sorusuyla sinemada kanaatlerin inşasında ne tür stratejilerin izlendiğini sorgulamasıyla devam ediyor. Çam sinema ve kanaat arasındaki ilişkiyi ele alırken F. Jameson'ın bilişsel “modernlik sonrası dönemde” bireyin dünyayı temsil kadrajları (frames of representations) halinde alımladıkları saptamasına dayanıyor. Yazı, mütehakkim kültürel anlayışın baskısıyla, öznenin dünyaya dair bilgisinin tutarlı bir temsile (çoğunlukla da bir imgeye) bağlandığını belirterek, bireyin gündelik eyleminin de toplumsal gerçeklik içinde değil, toplam yapının küçük bir parçası olarak nasıl anlam kazandığını tartışıyor. Bu yeni gerçekliğin, deniyor yazıda, asla tam olarak alımlanamasa da, sinema, televizyon ya da video gibi yeniden üretilebilir iletişim ortamlarında sembolik çöküntüleri görülebilir. Bu bağlamda yazı, ülkemizde bireyin (makbul bireyin) televizyon ve sinemadaki temsiliyle oluşturulmaya çalışılan bilişsel haritalarının ya da kanaatlerinin nasıl inşa edildiğini gösteriyor. Kanaatlerin oluşturulmasında episteme ve doxa arasındaki kopuşun rolünün, bilişsel haritalarla dünyayı ve kendimizi algılıyor oluşumuzun ve çağımızda siyasetin iş değil de görünüş üzerinden takdir toplamasında, kimi olay ya da kişilerin canavarlaştırılmasında medyanın siyasetin oyununu oynamasının tartışıldığı yazıların ardından Korkmaz Alemdar “Aklı Veren Kim: Köşede Oturanlar mı, Köşeden Yazanlar mı?” diye soruyor. Yazısında bilginin hızını artık ölçemediğimiz çağımızda geçmişten günümüze Türkiye'de habercilik denince ilk akla gelen köşe yazarlığı kurumunu tartışmaya açıyor. Eskiler hitabeti güçlü, bilgisi az yazarlarken, günümüzde bilginin dallanıp budaklanması sonucunda bilgili yazarların çoğalmasına çok ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Ancak Alemdar bilgiden çok kanaat inşacılığının geçer akçe olduğu ve iktidarın iletişim araçları üzerinde mutlak bir denetim kurduğu günümüzde beklentilerin karşılanmasının çok zor olduğunu belirtiyor. Ekim dosyasında yalan haber ve siyaseti tartışmıştık. Kanaatlerin oluşumunun ve yapısal özelliklerinin farklı boyutlarını ele alan bu sayının yazıları yalan haber ve siyasetin daha geniş bir bağlamda tartışılmasına imkân verdi. İki dosyanın yazıları bir arada yeniden okunabilir. Batı aklın ve sözün temkinli alanında oluşan kanaatlerin artık her ikisini de hiçe sayan bir yolla nasıl olup da oluştuğunu sorgularken, aklın ve sözün retoriğe güçlüler lehine yenildiği ülkemizde kanaatlerin egemenliği altında yaşamanın ne kadar zor oluğunu her gün yeniden deneyimleyip yaşıyoruz.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat