Bir noktayı asla akıldan çıkarmamak gerekmekte: Uluslararası Af Örgütü, resmî bir projeden ya da bir devlet iradesinden doğmadı. Bu hareket, yürekli ve bilinçli bir avuç insanın, bizzat devletlerin işlediği suçları gizleyen ve onun cellatlarına arka çıkan sessizliğe karşı yükselttikleri bir çığlığın ifadesiydi. Birer avukat, politikacı ve gazeteci olan örgüt kurucuları -Peter Benenson, Sean Mac Bride ve Eric Baker- şu basit saptamayı yaptılar: Totaliter rejimlerde insan haklarına yönelik saldırılar, bu rejimlerin muhaliflerini hedef almaktaydı. Bu konudaysa, bizzat uluslararası kamuoyuna seslenilmeliydi. Böylesi bir seferberlikse, şu koşulları gerektiriyordu: Kampanyaların olabildiğince çok sayıda ülkede yürütülmesi, hiçbir sekterlikle gölgelenmemesi ve nihayet farklı fikirleri de savunsalar, ideoloji, din ya da ırk kökenli devlet şiddetine muhalefet ve özgürlük sevgisi temelinde birleşebilen erkek ve kadınları biraraya getirmesi.
Ne var ki, sadece düşünceleri ya da kökenleri nedeniyle tutuklanan ve ezilen insanlar için mücadele yeterli değildi. Af Örgütü'nün mücadelesinin, insanların bedensel ve manevî bütünlüklerine yönelik saldırıları da kapsaması kaçınılmazdı. Böylelikle işkenceye karşı mücadele, Af Örgütü için mutlak bir zorunluluk haline geldi. İşkencenin en ileri biçimi olan ölüm cezasının ortadan kaldırılması da Af Örgütü'nün temel hedeflerinden biri oldu. Bu yaklaşım, yargısız idamları ve totaliter devletin kaçırarak gizlice yokettiği insanların durumlarını da teşhir etmeyi gündeme getirdi. En nihayet çağımızda insan haklarına saldırılar, genellikle kollektif boyutlar taşımaktaydı. O nedenle Af Örgütü, politik şiddet ya da yoksulluk yüzünden ülkelerini terkeden göçmenleri ve -1992 yılının sembolik olarak kendilerine ithaf edildiği- yerli toplulukları da savunma kampanyalarını konuları içine aldı.
Af Örgütü'nün eylem alanının böylesine genişlemesi, başlangıçtaki o bir avuç militanın, zaman içinde dünya çapında geniş bir katılımı sağlamaları ile mümkün olabildi. Bir zamanların derneği, bugün yetmiş beş ülkede, on altı ila yirmi üyelik altı binden çok çalışma grubundan oluşan bir güçlü uluslararası örgüt halini almış durumdadır. Örgütün sadece Fransa'da yirmi beş bin, tüm dünyada ise bir milyon yüz bin üyesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler nezdinde, hükümet-dışı kuruluş statüsüwyle temsil edilen Af Örgütü, 1977 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştır. Af Örgütü'nün yıllık raporları, devletlerin insan haklarını tarafsız bir tablosu olarak öne protestolarda bulunuyor, kimileri öfkeleniyor. Ama bütün bunlara rağmen, -bazı kaçınılmaz ve nadir hataların ötesinde- raporlar, devam ediyor. -Robert Badinier (Önsözden)
Bir noktayı asla akıldan çıkarmamak gerekmekte: Uluslararası Af Örgütü, resmî bir projeden ya da bir devlet iradesinden doğmadı. Bu hareket, yürekli ve bilinçli bir avuç insanın, bizzat devletlerin işlediği suçları gizleyen ve onun cellatlarına arka çıkan sessizliğe karşı yükselttikleri bir çığlığın ifadesiydi. Birer avukat, politikacı ve gazeteci olan örgüt kurucuları -Peter Benenson, Sean Mac Bride ve Eric Baker- şu basit saptamayı yaptılar: Totaliter rejimlerde insan haklarına yönelik saldırılar, bu rejimlerin muhaliflerini hedef almaktaydı. Bu konudaysa, bizzat uluslararası kamuoyuna seslenilmeliydi. Böylesi bir seferberlikse, şu koşulları gerektiriyordu: Kampanyaların olabildiğince çok sayıda ülkede yürütülmesi, hiçbir sekterlikle gölgelenmemesi ve nihayet farklı fikirleri de savunsalar, ideoloji, din ya da ırk kökenli devlet şiddetine muhalefet ve özgürlük sevgisi temelinde birleşebilen erkek ve kadınları biraraya getirmesi.
Ne var ki, sadece düşünceleri ya da kökenleri nedeniyle tutuklanan ve ezilen insanlar için mücadele yeterli değildi. Af Örgütü'nün mücadelesinin, insanların bedensel ve manevî bütünlüklerine yönelik saldırıları da kapsaması kaçınılmazdı. Böylelikle işkenceye karşı mücadele, Af Örgütü için mutlak bir zorunluluk haline geldi. İşkencenin en ileri biçimi olan ölüm cezasının ortadan kaldırılması da Af Örgütü'nün temel hedeflerinden biri oldu. Bu yaklaşım, yargısız idamları ve totaliter devletin kaçırarak gizlice yokettiği insanların durumlarını da teşhir etmeyi gündeme getirdi. En nihayet çağımızda insan haklarına saldırılar, genellikle kollektif boyutlar taşımaktaydı. O nedenle Af Örgütü, politik şiddet ya da yoksulluk yüzünden ülkelerini terkeden göçmenleri ve -1992 yılının sembolik olarak kendilerine ithaf edildiği- yerli toplulukları da savunma kampanyalarını konuları içine aldı.
Af Örgütü'nün eylem alanının böylesine genişlemesi, başlangıçtaki o bir avuç militanın, zaman içinde dünya çapında geniş bir katılımı sağlamaları ile mümkün olabildi. Bir zamanların derneği, bugün yetmiş beş ülkede, on altı ila yirmi üyelik altı binden çok çalışma grubundan oluşan bir güçlü uluslararası örgüt halini almış durumdadır. Örgütün sadece Fransa'da yirmi beş bin, tüm dünyada ise bir milyon yüz bin üyesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler nezdinde, hükümet-dışı kuruluş statüsüwyle temsil edilen Af Örgütü, 1977 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştır. Af Örgütü'nün yıllık raporları, devletlerin insan haklarını tarafsız bir tablosu olarak öne protestolarda bulunuyor, kimileri öfkeleniyor. Ama bütün bunlara rağmen, -bazı kaçınılmaz ve nadir hataların ötesinde- raporlar, devam ediyor. -Robert Badinier (Önsözden)