1687 yılının Ocak ayında, Fransız Akademisi'nde, sonradan "Eskilerle Modernler Kavgası" diye anılacak büyük bir tartışma koptu. Bu, aslında zaman olgusu ve kavramının algılanışına dair radikal bir dönüşümdü: Tanrılar yavaş yavaş dünyayı terkediyor, insanlar ise tarihi hem yapmaya hem de yeni bir bakışla yazmaya başlıyordu. Bu kavga, kimilerinin dediği gibi Avrupa bilincinin geçirdiği büyük buhranın bir göstergesiydi. Böylece "Eski"nin hızla daha da eskidiği, "Yeni"nin ise sadece yeni oluşuyla bir değer haline geldiği bir zamana girilecekti.
Levent Yılmaz bize işte Batı tarihindeki bu eşiği, bu kırılmayı küçük, incelikli fırça darbeleriyle resmediyor: Batılı toplumlar Tarih'e ilk adımlarını nasıl attılar? Tarih'e - yani geçmişle araya mesafe koymaya, şimdinin doluluğu duygusuna ve geleceği planlama, düzenleme faaliyetine? Nasıl oldu da Batılı toplumlar, olan biten her şeyin bir alınyazısı, geleceğin aslında geçmişin bir yansıması, tarihin ise tekerrürden ibaret olduğu, gelenek ve atasözlerinin en hakiki mürşit olduğu düşüncesinden kopabildiler? Kısacası Batı nasıl Modern oldu, Batılılaştı?
Modernler tartışması bizce bugün Avrupa-dışı dünyanın büyük bir bölümünde ama kuşkusuz en hararetli biçimler altında Türkiye'de sürüyor. Levent Yılmaz'ın Türkçe tarih yazımındaki genel epistemolojik takipçilik, aktarmacılık ya da özcülük gibi eğilimlere düşmeksizin, bizatihi Batı'yı inceleme nesnesi haline getirebilen bir güven ve yeteneğe sahip olan bu kitabının, genellikle "Aydınlanma'nın etkileri" diye şematikleştirilmiş ezbere tarihsel bir içerik kattığını, ete kemiğe büründürdüğünü düşünüyoruz. (Arka kapaktan)