#smrgSAHAF Fikret Başkaya Toplu Eserler Seti (16 Kitap) -

Stok Kodu:
1199145823
Boyut:
14x21
Basım Yeri:
Ankara
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2012
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
0,00
1199145823
531988
Fikret Başkaya Toplu Eserler Seti (16 Kitap) -
Fikret Başkaya Toplu Eserler Seti (16 Kitap) - #smrgSAHAF
0.00
Paradigmanın İflası/Fikret Başkaya Gerçekten Mustafa Kemal ve onun inkılâplarıyla ilgili olarak yaratılan efsane, yedi yüz yıllık Hilâfet ve Saltanat devrinde yaratılmamıştır. İlginç olan bir şey de, bu efsane üreticilerinin, sözde efsaneleri yıkmak, hurafeleri yok etmek amacıyla yola çıkmış olmalarıdır! Topluma rasyonel düşünceyi egemen kılmak amacıyla yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde hurafe üretmişlerdir. Putları yıkmak için yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put ürettiler. Cumhuriyet aydını, put üreticiliği ve bekçiliğine koşulmuştu... Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu/Fikret Başkaya Fikret Başkaya 1940 yılında Denizli'de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, İktisat bölümünden mezun oldu. Fransa'nın Paris (Sorbonne) ve Poitiers üniversitelerinde kalkınma iktisadı dalında doktora yaptı. Türkiye'ye döndü askere alındı. 'Kötü düşünce' sahibi olduğu gerekçesiyle yedek subay okulundan er çıkartıldı. Sakıncalı piyade sayılıp Doğu Anadolu'ya (Erzurum) sürgün edildi. Sürgün dönüşü çeşitli 'demokratik' kuruluşlarda araştırma birimlerini yönetti. Bir ara Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Disk-1978) Siyasal ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı olarak çalıştı. 1979 da akademik kariyere geçti. 1986'da Abant Üniversitesi'ne Kalkınma Ekonomisi Kürsüsüne doçent olarak göreve atandı. Bu zaman zarfında sömürgecilik, yeni-sömürgecilik, emperyalizm, kalkınma sorunları ve Türkiye ekonomisi üzerine makaleleri ve kitapları yayınlandı. 1991'de yayınlanan Paradigmanın İflası-Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş adlı eseri yayınlandıktan iki hafta sonra hakkında soruşturma ve dava açıldı. Yargılama sonucu Terörle Mücadele kanununun ünlü 8. maddesine göre 20 ay hapis, 41 milyon TL para cezasına çarptırıldı ve üniversiteden kovuldu. Bir çok sivil haktan da mahrum edildi. Ceza evinden tahliye olduktan sonra Özgür Üniversite olarak ünlenen Türkiye ve Orta Doğu Forumu Vakfı'nı kurdu ve kendi üniversitesinde ekonomi-politik dersleri vermeye devam etti. 1999'da bir günlük gazete de yayınlanan Kürt sorunuyla ilgili Tarihi Dava mı? başlığını taşıyan yazıdan, hakkında açılan davadan 16 ay hapis, önemli miktarda para cezasına çarptırıldı. 27 Haziran 2002'de ceza evinden tahliye oldu. Hakkında ilk dana Türkiye İşçi Partisi'nin Üyesi ve aktif militanı olduğu üniversite öğrenciliği yıllarında (1965) açılmıştı. O zamanlar açılan davalar 'komünizm propagandası' gerekçesine dayandırılıyordu. 1990 sonrasındaysa daha çok bölücülük propagandasından davalar açıldı. Hakkında açılan soruşturmaların ve davaların sayısını bilmemektedir Çığırından Çıkmış Bir Dünya: Sosyal Sefaletin, Ekolojik Felaketin, Etik Yozlaşmanın Kökeni/Fikret Başkaya İnsanlığın ortak serveti olanın bir azınlık tarafından yağmalanmasını bir ilerleme, bir 'uygarlık göstergesi' saymak mümkün değildir. Artık, sermayenin hareketi demek olan kapitalist üretim tarzı (burjuva uygarlığı densin), doğaya ve topluma zarar vermeden yol alamıyor. Üstelik her ileri aşamada sistemin yıkıcılığı daha da büyüyor. Sermayenin yeniden üretimi, toplumun ve doğanın yeniden üretimini problemli hâle getiriyor. Velhasıl, yaşamı ve yaşamın kaynağını aşındırıyor. Dolayısıyla genel bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkmış durumdadır. Sosyalizmin Geleceği/Fikret Başkaya Giderek daha müreffeh bir toplum yarattığı iddia edilen kapi-talizm, üzerinde yaşanacak bir dünya bırakmama yönünde hızla adım atıyor. Hava ve su kirliliğinin ormanların ve doğal kaynakların tahribinde son elli yılda yaşanan kadar büyük bir felakete rastlandı mı? Tabii gelişen kapitalizm bu konuda da duyarlı ve bilinçli bir kültür yaratıyor, artık çevrecilik var; ama kapitalizm koşullarında çevrecilik, çevreyi kirletmeyen deterjanların plastik şişelerde pazarlanmasına, ozon tabakasını delen spreylerin başka ülkelere ihraç edilmesine, sigara fabrikalarınız az-gelişmiş ülkelere taşınmasına, kimyasal atıkların uzak bölgelere satılmasına vb. yol açıyor. Çevrecilik kapitalizm koşullarında giderek yeni pazarlama ve reklam kampanyalarının temaları haline geliyor. Sanayi işçilerinin sayıca azalmakta oluşu, emek üretkenliğinin artışının bir ifadesi değil mi? diye böbürleniyor kapita-lizmin geliştiğinin sananlar. Yenilgi Tuzağı/Fikret Başkaya Esasen, Mustafa Kemal (ve çevresi) tarafından oluşturulmuş bir ideolojik yok. Olması da mümkün değildir. Aslında Atatürkçülük olarak da ifade edilen, Osmanlı-TC geleneğinin bir devamı olan 'devletperestliğin' yeni adıdır. Devlet dogması yaratmanın, 'yeni koşullarda devleti kutsamanın-fetişleştirmenin bir aracıdır. Zaten kimi zaman Kemalizm, çoğunlukla da Atatürkçülük olarak sunulan söylem, 1930, 1930'ların faşizm benzeri rejimini meşrulaştırıp-kabullendirmek amacıyla oluşturulmuştur ve hiçbir iç tutarlılığı olmayan bir dizi ilkeden oluşmaktadır. Oysa, ideolojinin eyleme önceliği olması gerekir. İdeoloji ex-post olarak oluşturulmaz. Hızla dönemin faşist rejimlerine benzemeye yönelen tek parti diktatörlüğü, devletin bekası için yapılanları ilkeleştirmiştir. Atatürkçülük veya Kemalizm, son tahlilde, tek parti program ve pratiğinin, devletin ve toplumun tamamını temsil eder biçimde sunulmasıdır. Akıntıya Karşı Yazılar/Fikret Başkaya İki yüz yıldır bir modernleşme çağdaşlaşma daha sonra kalkınma retoriğiyle, hem kitleyi oyalamayı, hem de kendilerini aldatmayı başarmışlardır. Hala çağdaş uygarlığın peşinde olduklarını söyleseler de artık bu kavramlara pek gönderme yapmıyorlar. Zira, küresel kapitalizm çağında artık bu tür kavramlara da yer yok. Küresel kapitalizmin parolası, uyumdur. Uyumlu olmak, uysal olmayı ve böyle olur-olmaz taleplere ortaya çıkmamayı gerektirir. Dünya ekonomisine uyum sağlayacaksınız... Kurtuluşunuz çokuluslu şirketlerden geçiyor. Piyasa ekonomisi her derde devadır. Üstelik, piyasa ekonomisinin alternatifi de yoktur... Artık slogan, Tek yol piyasa olarak formüle ediliyor. Türkiye için böylesi bir tercih yapmak demek, yeniden kompradorlaşmaya razı olmak demektir. Ve bugün Türkiye'de geçerli rejimin artık uyum dışında hiçbir kaygısı yoktur. Borç Krizi Üzerine Bir Deneme/Fikret Başkaya Bu kısa çalışma, kapitalist sistemin işleyişinin doğurduğu sonuçlardan biri olan, borç sorununu tahlil etmeyi amaçlıyor. Azgelişmiş ülkeler mukayeseli üstünlüklere ve serbest ticarete uyum sağlamaya dayalı büyüme yaklaşımını terketmedikleri ve gelişmişlerin tüketim modelini taklit etmeyi sürdürdükleri sürece, borç sorunu da gündemde kalacağa benziyor. Nitekim bazı teorisyenlerin ileri sürdükleri gibi, 1980'li yılların başında ortaya çıkan borç krizi salt dünya ekonomik krizinin bir sonucu değildir. Bağımlı ve dışlayıcı büyüme modelinin doğal sonucudur. Nedir ki dünya ekonomik krizi zaten var olan eğilimleri azdırmak gibi bir sonuç doğurmaktadır. Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına: Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi/Fikret Başkaya Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye'nin dış dünya ile olan ilişkilerinin özünde değil biçiminde bir değişiklik ortaya çıkmıştır. Bu zaman kesitinde Türk ekonomisini dünya kapitalizminin dinamik merkezleri tarafından şartlandırıp biçimlendirilmeye devam etmiştir. Eşitsizlik temeli üzerine oturtulmuş çevre merkez ilişkileri bu niteliğini korudukça. Türkiye ve benzer durumdaki ülkelerin temel sorunlarını çözmeleri olası görünmemektedir. Avrupa-Merkezcilik Resmi İdeoloji Bilim ve Sosyalizm/Fikret Başkaya Bu yüzden 'uygar beyaz adam' yaklaşık son beş yüzy yıla yayılan nüfuzunu ve egemenliğini sadece baskıya ve şiddete dayandırmadı. Her seferinde bir şeyler vererek, 'bir gönül borcunun alacaklısı' durumuna gelmeyi başardı. İspanyol fetihçilerinin (konkistatörlerin) 'yeni dünya'ya ayak basmalarıyla birlikte, vahşilere cennet vadedildi. Hıristiyan olup cennete gitmelerinin yolu açıldı. Her halde ruhların bedenden ayrılmadığını sezdikleri için olacak, vahşileri bir an önce cennete yollamak için bedenlerini toprağa atmak üzere soykırımlara giriştiler. Soykırımdan arta kalanlarla, soykırım yapmanın mümkün olmadığı durumlarda ve bölgelerdeyse (Asya, Orta Doğu, vb.) uygarlaştırma, uygarlık aşılama yolunu tuttular. Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü/Fikret Başkaya Bazı kavramlar sıkça kullanıldığı halde, içerikleriyle pek ilgilenilmez. Veri olarak kabul edilirler ve bir bakıma inanç kategorisine dahil olmuşlardır. Kalkınma kavramın son yarım yüzyılın en çok kullanılan kavramlarından biridir. Oysa, gerçekten neyi ifade ettiği pek merak konusu olmamıştır. Kavramlara yüklenen anlamlar her zaman herkes için aynı olmayabilir ve bu doğaldır. Uygarlaşma, modernleşme veya aşağı yukarı aynı anlama gelen çağdaşlaşma, batılılaşma vb. gibi kavramlar herkes için aynı anlamları taşımaz. Kalkınma kavramı da bu tür kavramlardan biridir ve benzer bir durum kalkınma içinde geçerlidir. Azgelişmişliğin Sürekliliği/Fikret Başkaya Kapitalist üretim tarzı küçük bir azınlığı zenginleştirip dünya nüfusunun giderek artan bir bölümünü yoksullaştırmakla da kalmıyor, insanlığın geleceğini de tehlikeye atmış durumdadır. Dolayısıyla, sermaye uygarlığı sadece savaş, açlık, yoksulluk, sefalet, azınlık kültürlerinin tahribi, aşağılanma, manevi yozlaşma vb. üretmekle kalmıyor, giderek gezegeni de üzerinde yaşanamaz hale getiriyor. Teknikçi burjuva uygarlığının başarısının ne pahasına gerçekleştiği sorusunu da sormak gerekiyor. Sermaye uygarlığının bunca övünülen başarısı, biyosferin milyonlarca, hatta milyarlarca yılda biriktirdiği ekolojik sermayenin aşırı israfıyla mümkün olmuştur. Seçilmiş Yazılar/Fikret Başkaya Kavramların yerli yerinde kullanılmaması kafa karışıklığına neden oluyor, dolayısıyla da realitenin anlaşılmasını zorlaştırıyor. Bu çoğu zaman bilinçli olarak, kimi zaman da bir alışkanlık kategorisi olarak tezahür ediyor. Her halde bu dünyada aydın kavramında olduğu kadar 'yanlış anlama' başka hiçbir kavram için söz konusu değildir. Bir şey daha var: Türkiye'nin bu tür olmusuzluğun en bariz yaşandığı ülke değilse de başta gelenlerden biri olduğunu söylemek de abartma olmaz. Örneğin Fransa'da herhangi biri üniversite eğitimi aldı diye kendini 'aydın' saymayı aklından geçirmez. Bizde bir ilkokul öğretmeniyse söze şahsen bir aydın olarak... diye başlar. Bu tavır o kadar aşırıya vardırılmıştır ki, bir zamanlar Latin alfabesini biliyor olmak aydın sayılmaya yetiyordu. Sömürgecilik Emperyalizm Küreselleşme/Fikret Başkaya Emperyalist saldırı söz konusu olduğunda, saldırıya maruz kalanların bu saldırıyı hayır duasıyla karşılamaları elbette mümkün değildir. Nitekim ilk emperyalist yayılmanın ardından, saldırının yıkıcı sonuçlarına karşı, sayısız isyanlar oldu. Tarih saldıranlar tarafından yazıldığı için, saldırıya uğrayanların hikayesi ya gerektiği gibi anlatılmaz ya da geçiştirilir. Bu isyanların en bilineni, XVIII. yüzyılın sonunda San Domingo'da ki köle devrimidir. Daha sonra 1900'lerin başındaki Meksika ve 1950'lerin sonundaki Küba devrimini de aynı çizginin devamı saymak gerekir. Bolşevik ve Çin devrimi, İkinci Dünya Savaşı sonrası ulusal halk kurtuluş hareketleri de son tahlilde kapitalizmin ortaya çıkardığı kutuplaşmaya tepkiden başka bir şey değildir. Bu devrimlerin kapitalist dünya sisteminin çevresinde patlak vermesi de tesadüf değildir. Sovyet sisteminin daha yüzyılın sonu gelmeden çökmesi, Çin'in 'sosyal piyasa ekonomisi' retoriği altında kapitalizme yelken açmasının nedenlerini tartışmanın yeri burası değil. Kesin olan Kristof Kolomb'un macerasıyla başlayan ve yaklaşık 450 yıl devam eden sömürgecilik dönemi sömürge halklarım mücadelesiyle ikinci emperyalistler arası savaşı izleyen yaklaşık iki on yılda tarihe karıştı. Sömürgeciliğin doğrudan versiyonundan kurtulan dünya halkları dünyanın zenginliğine ortak olma iddiasıyla ortaya çıksalar da, bu gün durum özde değişmiş değil. Sömürgecilik tasfiye edildi ama bu emperyalizmden kurtulmak anlamına gelmiyordu. Kapitalizm ile emperyalizmin var olmaya devam etmesi ve dünyanın geri kalanının emperyalist merkezler gibi olması mümkün değildir. Ve sömürgeciliğe karşı halk hareketlerine öncülük edenler, kapitalizme rağmen durumlarının iyileşeceğine, 'sofraya dahil olabileceklerine' inanmış gibiydiler... Reel Atatürkçülük/Fikret Başkaya Akıl almaz bir çelişki de 'kurtarıcı', 'kurtarılmışlık', söylemidir. Modernite devrimi yaşamış bir ülkede ve toplumda böyle bir şey asla söz konusu olmazdı. Bir tek şahsiyetin bir ülkeyi ve halkı kurtardığı, 'yedi düveli yendiği', o halka sadece bir vatan değil, cumhuriyet ve inkılâplar ihsan ettiğine inanan bir toplum, modernlik, demokratiklik, ilericilik, çağdaşlık, vb. iddiasında bulunabilir mi? Tarih bazı şahsiyetlerin elinde oyuncak mıdır? Aslında bu saçmalığın anlaşılması için fazla çaba gerekmiyor. Yapılanların ne kadar önemli, ne kadar müstesna, ne kadar orijinal, ne kadar 'biricik' olduğunu kafalara sokmak, bu konuda efsaneler, hürafeler yaratmak için, onları yaptığı söylenen şahsiyetin kutsanması, ilahlaştırılması, putlaştırılması, bir tapınma aracına [kült] dönüştürülmesi gerekiyordu. Şeylerin Gerçeğini Söyleyebilmek!/Fikret Başkaya Bu vesileyle şu soru akla gelir: neden hiç kimsenin istemediği, arzu etmediği ama bedelini emekçi sınıfların ödemek zorunda kaldığı krizler ortaya çıkıyor? Bu sorunun cevabı, kapitalist üretim tarzının mantığında, temel hareket yasalarında, Marx'ın kapitalist birikimin temel yasası dediğinde saklıdır. Zira orada yine Marx'ın tam bir açıklıkla ifade ettiği gibi, sosyal üretim koşullarının kapitalist sınıfın özel mülkiyetinde olduğu durumda, üretimi artırmayı amaçlayan tüm araçlar, üretici [sınıf] üzerinde birer sömürü ve baskı aracına dönüşüyor. Dolayısıyla, şimdilerde dillendirildiği gibi kapitalistleri insafa ve sorumlu davranmaya davet ederek, sorunun üstesinden gelinebileceğini düşünmek, bir şeyi olmadığı yerde aramaktır. Zira, kapitalizm ahlâk, merhamet gibi kavramlara yabancıdır, bu tür kavramlar ve kaygılarla ilgili değildir. Daha da ötede, her bir tekil kapitalistin süreci etkilemesinin mümkün olmadığı bir durum söz konusudur. Tekil olarak her bir kapitalistin bireysel iradesinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Yıkıcı, vahşi bir rekabet ortamında faaliyet gösteren her kapitalist, her türlü yola başvurarak toplam artı-değerden daha büyük pay almak, sermayesini büyütmek üzere, hiç durmadan ileriye doğru kaçmak zorundadır. O, kör gidişin bir unsurundan başka bir şey değildir. Başka türlü ifade edersek, yok olmamak için büyümek zorunda olan biridir... Yediyüz/Fikret Başkaya Osmanlı İmparatorluğu hakkında yazan tarihçilerin ezici çoğunluğu, imparatorluğun kuruluşunda dinin önemli bir rol oynadığında birleşiyorlar. İmparatorluğun son dönemlerindeyse, 'geri kalmışlığın' başlıca nedeninin din olduğu ileri sürülüyor! Elbette bir dönemde 'ilerici', değilse 'olumlu' rol oynayanın, nasıl olup da bir başka dönemde 'gericiliğin', 'olumsuzluğun', 'kötülüğün' başlıca nedeni haline geldiğini anlamak mümkün değildir. Bu tür yaklaşımlar, din ve dinin işleviyle ilgili yanlış anlamadan, değilse bilgi yetersizliğinden kaynaklanıyor (elbette bilmemek mazeret değildir). Aslında din, son tahlilde bir ideolojiden başka bir şey değildir. Osmanlı sosyal formasyonu kendinden öncekiler ve kendine benzeyenler gibi, dine dayalı bir ideolojik meşrulaşma ve meşrulaştırma temeli üzerinde oturuyordu...
Paradigmanın İflası/Fikret Başkaya Gerçekten Mustafa Kemal ve onun inkılâplarıyla ilgili olarak yaratılan efsane, yedi yüz yıllık Hilâfet ve Saltanat devrinde yaratılmamıştır. İlginç olan bir şey de, bu efsane üreticilerinin, sözde efsaneleri yıkmak, hurafeleri yok etmek amacıyla yola çıkmış olmalarıdır! Topluma rasyonel düşünceyi egemen kılmak amacıyla yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde hurafe üretmişlerdir. Putları yıkmak için yola çıkanlar, hiçbir dönemde görülmemiş düzeyde put ürettiler. Cumhuriyet aydını, put üreticiliği ve bekçiliğine koşulmuştu... Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu/Fikret Başkaya Fikret Başkaya 1940 yılında Denizli'de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, İktisat bölümünden mezun oldu. Fransa'nın Paris (Sorbonne) ve Poitiers üniversitelerinde kalkınma iktisadı dalında doktora yaptı. Türkiye'ye döndü askere alındı. 'Kötü düşünce' sahibi olduğu gerekçesiyle yedek subay okulundan er çıkartıldı. Sakıncalı piyade sayılıp Doğu Anadolu'ya (Erzurum) sürgün edildi. Sürgün dönüşü çeşitli 'demokratik' kuruluşlarda araştırma birimlerini yönetti. Bir ara Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Disk-1978) Siyasal ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı olarak çalıştı. 1979 da akademik kariyere geçti. 1986'da Abant Üniversitesi'ne Kalkınma Ekonomisi Kürsüsüne doçent olarak göreve atandı. Bu zaman zarfında sömürgecilik, yeni-sömürgecilik, emperyalizm, kalkınma sorunları ve Türkiye ekonomisi üzerine makaleleri ve kitapları yayınlandı. 1991'de yayınlanan Paradigmanın İflası-Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş adlı eseri yayınlandıktan iki hafta sonra hakkında soruşturma ve dava açıldı. Yargılama sonucu Terörle Mücadele kanununun ünlü 8. maddesine göre 20 ay hapis, 41 milyon TL para cezasına çarptırıldı ve üniversiteden kovuldu. Bir çok sivil haktan da mahrum edildi. Ceza evinden tahliye olduktan sonra Özgür Üniversite olarak ünlenen Türkiye ve Orta Doğu Forumu Vakfı'nı kurdu ve kendi üniversitesinde ekonomi-politik dersleri vermeye devam etti. 1999'da bir günlük gazete de yayınlanan Kürt sorunuyla ilgili Tarihi Dava mı? başlığını taşıyan yazıdan, hakkında açılan davadan 16 ay hapis, önemli miktarda para cezasına çarptırıldı. 27 Haziran 2002'de ceza evinden tahliye oldu. Hakkında ilk dana Türkiye İşçi Partisi'nin Üyesi ve aktif militanı olduğu üniversite öğrenciliği yıllarında (1965) açılmıştı. O zamanlar açılan davalar 'komünizm propagandası' gerekçesine dayandırılıyordu. 1990 sonrasındaysa daha çok bölücülük propagandasından davalar açıldı. Hakkında açılan soruşturmaların ve davaların sayısını bilmemektedir Çığırından Çıkmış Bir Dünya: Sosyal Sefaletin, Ekolojik Felaketin, Etik Yozlaşmanın Kökeni/Fikret Başkaya İnsanlığın ortak serveti olanın bir azınlık tarafından yağmalanmasını bir ilerleme, bir 'uygarlık göstergesi' saymak mümkün değildir. Artık, sermayenin hareketi demek olan kapitalist üretim tarzı (burjuva uygarlığı densin), doğaya ve topluma zarar vermeden yol alamıyor. Üstelik her ileri aşamada sistemin yıkıcılığı daha da büyüyor. Sermayenin yeniden üretimi, toplumun ve doğanın yeniden üretimini problemli hâle getiriyor. Velhasıl, yaşamı ve yaşamın kaynağını aşındırıyor. Dolayısıyla genel bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkmış durumdadır. Sosyalizmin Geleceği/Fikret Başkaya Giderek daha müreffeh bir toplum yarattığı iddia edilen kapi-talizm, üzerinde yaşanacak bir dünya bırakmama yönünde hızla adım atıyor. Hava ve su kirliliğinin ormanların ve doğal kaynakların tahribinde son elli yılda yaşanan kadar büyük bir felakete rastlandı mı? Tabii gelişen kapitalizm bu konuda da duyarlı ve bilinçli bir kültür yaratıyor, artık çevrecilik var; ama kapitalizm koşullarında çevrecilik, çevreyi kirletmeyen deterjanların plastik şişelerde pazarlanmasına, ozon tabakasını delen spreylerin başka ülkelere ihraç edilmesine, sigara fabrikalarınız az-gelişmiş ülkelere taşınmasına, kimyasal atıkların uzak bölgelere satılmasına vb. yol açıyor. Çevrecilik kapitalizm koşullarında giderek yeni pazarlama ve reklam kampanyalarının temaları haline geliyor. Sanayi işçilerinin sayıca azalmakta oluşu, emek üretkenliğinin artışının bir ifadesi değil mi? diye böbürleniyor kapita-lizmin geliştiğinin sananlar. Yenilgi Tuzağı/Fikret Başkaya Esasen, Mustafa Kemal (ve çevresi) tarafından oluşturulmuş bir ideolojik yok. Olması da mümkün değildir. Aslında Atatürkçülük olarak da ifade edilen, Osmanlı-TC geleneğinin bir devamı olan 'devletperestliğin' yeni adıdır. Devlet dogması yaratmanın, 'yeni koşullarda devleti kutsamanın-fetişleştirmenin bir aracıdır. Zaten kimi zaman Kemalizm, çoğunlukla da Atatürkçülük olarak sunulan söylem, 1930, 1930'ların faşizm benzeri rejimini meşrulaştırıp-kabullendirmek amacıyla oluşturulmuştur ve hiçbir iç tutarlılığı olmayan bir dizi ilkeden oluşmaktadır. Oysa, ideolojinin eyleme önceliği olması gerekir. İdeoloji ex-post olarak oluşturulmaz. Hızla dönemin faşist rejimlerine benzemeye yönelen tek parti diktatörlüğü, devletin bekası için yapılanları ilkeleştirmiştir. Atatürkçülük veya Kemalizm, son tahlilde, tek parti program ve pratiğinin, devletin ve toplumun tamamını temsil eder biçimde sunulmasıdır. Akıntıya Karşı Yazılar/Fikret Başkaya İki yüz yıldır bir modernleşme çağdaşlaşma daha sonra kalkınma retoriğiyle, hem kitleyi oyalamayı, hem de kendilerini aldatmayı başarmışlardır. Hala çağdaş uygarlığın peşinde olduklarını söyleseler de artık bu kavramlara pek gönderme yapmıyorlar. Zira, küresel kapitalizm çağında artık bu tür kavramlara da yer yok. Küresel kapitalizmin parolası, uyumdur. Uyumlu olmak, uysal olmayı ve böyle olur-olmaz taleplere ortaya çıkmamayı gerektirir. Dünya ekonomisine uyum sağlayacaksınız... Kurtuluşunuz çokuluslu şirketlerden geçiyor. Piyasa ekonomisi her derde devadır. Üstelik, piyasa ekonomisinin alternatifi de yoktur... Artık slogan, Tek yol piyasa olarak formüle ediliyor. Türkiye için böylesi bir tercih yapmak demek, yeniden kompradorlaşmaya razı olmak demektir. Ve bugün Türkiye'de geçerli rejimin artık uyum dışında hiçbir kaygısı yoktur. Borç Krizi Üzerine Bir Deneme/Fikret Başkaya Bu kısa çalışma, kapitalist sistemin işleyişinin doğurduğu sonuçlardan biri olan, borç sorununu tahlil etmeyi amaçlıyor. Azgelişmiş ülkeler mukayeseli üstünlüklere ve serbest ticarete uyum sağlamaya dayalı büyüme yaklaşımını terketmedikleri ve gelişmişlerin tüketim modelini taklit etmeyi sürdürdükleri sürece, borç sorunu da gündemde kalacağa benziyor. Nitekim bazı teorisyenlerin ileri sürdükleri gibi, 1980'li yılların başında ortaya çıkan borç krizi salt dünya ekonomik krizinin bir sonucu değildir. Bağımlı ve dışlayıcı büyüme modelinin doğal sonucudur. Nedir ki dünya ekonomik krizi zaten var olan eğilimleri azdırmak gibi bir sonuç doğurmaktadır. Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına: Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi/Fikret Başkaya Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye'nin dış dünya ile olan ilişkilerinin özünde değil biçiminde bir değişiklik ortaya çıkmıştır. Bu zaman kesitinde Türk ekonomisini dünya kapitalizminin dinamik merkezleri tarafından şartlandırıp biçimlendirilmeye devam etmiştir. Eşitsizlik temeli üzerine oturtulmuş çevre merkez ilişkileri bu niteliğini korudukça. Türkiye ve benzer durumdaki ülkelerin temel sorunlarını çözmeleri olası görünmemektedir. Avrupa-Merkezcilik Resmi İdeoloji Bilim ve Sosyalizm/Fikret Başkaya Bu yüzden 'uygar beyaz adam' yaklaşık son beş yüzy yıla yayılan nüfuzunu ve egemenliğini sadece baskıya ve şiddete dayandırmadı. Her seferinde bir şeyler vererek, 'bir gönül borcunun alacaklısı' durumuna gelmeyi başardı. İspanyol fetihçilerinin (konkistatörlerin) 'yeni dünya'ya ayak basmalarıyla birlikte, vahşilere cennet vadedildi. Hıristiyan olup cennete gitmelerinin yolu açıldı. Her halde ruhların bedenden ayrılmadığını sezdikleri için olacak, vahşileri bir an önce cennete yollamak için bedenlerini toprağa atmak üzere soykırımlara giriştiler. Soykırımdan arta kalanlarla, soykırım yapmanın mümkün olmadığı durumlarda ve bölgelerdeyse (Asya, Orta Doğu, vb.) uygarlaştırma, uygarlık aşılama yolunu tuttular. Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü/Fikret Başkaya Bazı kavramlar sıkça kullanıldığı halde, içerikleriyle pek ilgilenilmez. Veri olarak kabul edilirler ve bir bakıma inanç kategorisine dahil olmuşlardır. Kalkınma kavramın son yarım yüzyılın en çok kullanılan kavramlarından biridir. Oysa, gerçekten neyi ifade ettiği pek merak konusu olmamıştır. Kavramlara yüklenen anlamlar her zaman herkes için aynı olmayabilir ve bu doğaldır. Uygarlaşma, modernleşme veya aşağı yukarı aynı anlama gelen çağdaşlaşma, batılılaşma vb. gibi kavramlar herkes için aynı anlamları taşımaz. Kalkınma kavramı da bu tür kavramlardan biridir ve benzer bir durum kalkınma içinde geçerlidir. Azgelişmişliğin Sürekliliği/Fikret Başkaya Kapitalist üretim tarzı küçük bir azınlığı zenginleştirip dünya nüfusunun giderek artan bir bölümünü yoksullaştırmakla da kalmıyor, insanlığın geleceğini de tehlikeye atmış durumdadır. Dolayısıyla, sermaye uygarlığı sadece savaş, açlık, yoksulluk, sefalet, azınlık kültürlerinin tahribi, aşağılanma, manevi yozlaşma vb. üretmekle kalmıyor, giderek gezegeni de üzerinde yaşanamaz hale getiriyor. Teknikçi burjuva uygarlığının başarısının ne pahasına gerçekleştiği sorusunu da sormak gerekiyor. Sermaye uygarlığının bunca övünülen başarısı, biyosferin milyonlarca, hatta milyarlarca yılda biriktirdiği ekolojik sermayenin aşırı israfıyla mümkün olmuştur. Seçilmiş Yazılar/Fikret Başkaya Kavramların yerli yerinde kullanılmaması kafa karışıklığına neden oluyor, dolayısıyla da realitenin anlaşılmasını zorlaştırıyor. Bu çoğu zaman bilinçli olarak, kimi zaman da bir alışkanlık kategorisi olarak tezahür ediyor. Her halde bu dünyada aydın kavramında olduğu kadar 'yanlış anlama' başka hiçbir kavram için söz konusu değildir. Bir şey daha var: Türkiye'nin bu tür olmusuzluğun en bariz yaşandığı ülke değilse de başta gelenlerden biri olduğunu söylemek de abartma olmaz. Örneğin Fransa'da herhangi biri üniversite eğitimi aldı diye kendini 'aydın' saymayı aklından geçirmez. Bizde bir ilkokul öğretmeniyse söze şahsen bir aydın olarak... diye başlar. Bu tavır o kadar aşırıya vardırılmıştır ki, bir zamanlar Latin alfabesini biliyor olmak aydın sayılmaya yetiyordu. Sömürgecilik Emperyalizm Küreselleşme/Fikret Başkaya Emperyalist saldırı söz konusu olduğunda, saldırıya maruz kalanların bu saldırıyı hayır duasıyla karşılamaları elbette mümkün değildir. Nitekim ilk emperyalist yayılmanın ardından, saldırının yıkıcı sonuçlarına karşı, sayısız isyanlar oldu. Tarih saldıranlar tarafından yazıldığı için, saldırıya uğrayanların hikayesi ya gerektiği gibi anlatılmaz ya da geçiştirilir. Bu isyanların en bilineni, XVIII. yüzyılın sonunda San Domingo'da ki köle devrimidir. Daha sonra 1900'lerin başındaki Meksika ve 1950'lerin sonundaki Küba devrimini de aynı çizginin devamı saymak gerekir. Bolşevik ve Çin devrimi, İkinci Dünya Savaşı sonrası ulusal halk kurtuluş hareketleri de son tahlilde kapitalizmin ortaya çıkardığı kutuplaşmaya tepkiden başka bir şey değildir. Bu devrimlerin kapitalist dünya sisteminin çevresinde patlak vermesi de tesadüf değildir. Sovyet sisteminin daha yüzyılın sonu gelmeden çökmesi, Çin'in 'sosyal piyasa ekonomisi' retoriği altında kapitalizme yelken açmasının nedenlerini tartışmanın yeri burası değil. Kesin olan Kristof Kolomb'un macerasıyla başlayan ve yaklaşık 450 yıl devam eden sömürgecilik dönemi sömürge halklarım mücadelesiyle ikinci emperyalistler arası savaşı izleyen yaklaşık iki on yılda tarihe karıştı. Sömürgeciliğin doğrudan versiyonundan kurtulan dünya halkları dünyanın zenginliğine ortak olma iddiasıyla ortaya çıksalar da, bu gün durum özde değişmiş değil. Sömürgecilik tasfiye edildi ama bu emperyalizmden kurtulmak anlamına gelmiyordu. Kapitalizm ile emperyalizmin var olmaya devam etmesi ve dünyanın geri kalanının emperyalist merkezler gibi olması mümkün değildir. Ve sömürgeciliğe karşı halk hareketlerine öncülük edenler, kapitalizme rağmen durumlarının iyileşeceğine, 'sofraya dahil olabileceklerine' inanmış gibiydiler... Reel Atatürkçülük/Fikret Başkaya Akıl almaz bir çelişki de 'kurtarıcı', 'kurtarılmışlık', söylemidir. Modernite devrimi yaşamış bir ülkede ve toplumda böyle bir şey asla söz konusu olmazdı. Bir tek şahsiyetin bir ülkeyi ve halkı kurtardığı, 'yedi düveli yendiği', o halka sadece bir vatan değil, cumhuriyet ve inkılâplar ihsan ettiğine inanan bir toplum, modernlik, demokratiklik, ilericilik, çağdaşlık, vb. iddiasında bulunabilir mi? Tarih bazı şahsiyetlerin elinde oyuncak mıdır? Aslında bu saçmalığın anlaşılması için fazla çaba gerekmiyor. Yapılanların ne kadar önemli, ne kadar müstesna, ne kadar orijinal, ne kadar 'biricik' olduğunu kafalara sokmak, bu konuda efsaneler, hürafeler yaratmak için, onları yaptığı söylenen şahsiyetin kutsanması, ilahlaştırılması, putlaştırılması, bir tapınma aracına [kült] dönüştürülmesi gerekiyordu. Şeylerin Gerçeğini Söyleyebilmek!/Fikret Başkaya Bu vesileyle şu soru akla gelir: neden hiç kimsenin istemediği, arzu etmediği ama bedelini emekçi sınıfların ödemek zorunda kaldığı krizler ortaya çıkıyor? Bu sorunun cevabı, kapitalist üretim tarzının mantığında, temel hareket yasalarında, Marx'ın kapitalist birikimin temel yasası dediğinde saklıdır. Zira orada yine Marx'ın tam bir açıklıkla ifade ettiği gibi, sosyal üretim koşullarının kapitalist sınıfın özel mülkiyetinde olduğu durumda, üretimi artırmayı amaçlayan tüm araçlar, üretici [sınıf] üzerinde birer sömürü ve baskı aracına dönüşüyor. Dolayısıyla, şimdilerde dillendirildiği gibi kapitalistleri insafa ve sorumlu davranmaya davet ederek, sorunun üstesinden gelinebileceğini düşünmek, bir şeyi olmadığı yerde aramaktır. Zira, kapitalizm ahlâk, merhamet gibi kavramlara yabancıdır, bu tür kavramlar ve kaygılarla ilgili değildir. Daha da ötede, her bir tekil kapitalistin süreci etkilemesinin mümkün olmadığı bir durum söz konusudur. Tekil olarak her bir kapitalistin bireysel iradesinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Yıkıcı, vahşi bir rekabet ortamında faaliyet gösteren her kapitalist, her türlü yola başvurarak toplam artı-değerden daha büyük pay almak, sermayesini büyütmek üzere, hiç durmadan ileriye doğru kaçmak zorundadır. O, kör gidişin bir unsurundan başka bir şey değildir. Başka türlü ifade edersek, yok olmamak için büyümek zorunda olan biridir... Yediyüz/Fikret Başkaya Osmanlı İmparatorluğu hakkında yazan tarihçilerin ezici çoğunluğu, imparatorluğun kuruluşunda dinin önemli bir rol oynadığında birleşiyorlar. İmparatorluğun son dönemlerindeyse, 'geri kalmışlığın' başlıca nedeninin din olduğu ileri sürülüyor! Elbette bir dönemde 'ilerici', değilse 'olumlu' rol oynayanın, nasıl olup da bir başka dönemde 'gericiliğin', 'olumsuzluğun', 'kötülüğün' başlıca nedeni haline geldiğini anlamak mümkün değildir. Bu tür yaklaşımlar, din ve dinin işleviyle ilgili yanlış anlamadan, değilse bilgi yetersizliğinden kaynaklanıyor (elbette bilmemek mazeret değildir). Aslında din, son tahlilde bir ideolojiden başka bir şey değildir. Osmanlı sosyal formasyonu kendinden öncekiler ve kendine benzeyenler gibi, dine dayalı bir ideolojik meşrulaşma ve meşrulaştırma temeli üzerinde oturuyordu...
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat