#smrgSAHAF Eros ve Uygarlık : Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme -

Stok Kodu:
1199014295
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
199 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
3
Basım Tarihi:
1998
Çeviren:
Aziz Yardımlı
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
Orijinal Adı:
Eros and Civilization
Kategori:
0,00
1199014295
400442
Eros ve Uygarlık : Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme -
Eros ve Uygarlık : Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme - #smrgSAHAF
0.00
Usun üzerinde hiçbir yetke yoktur :: "Es gibt keine Instanz über der Vernunft" (Sigmund Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği, 1927).

"[İ]çgüdüsel yeteneğimizi denetlemek için elimizde usumuzdan [Intelligenz] başka hiçbir araç yoktur. Düşünce yasaklarının denetimi altında duran kişilerden ruhbilimsel ideale, usun birincilliğine erişebilmelerini nasıl bekleyebiliriz?" (aynı yer.)

Freud'un uygarlık kuramı evrensel bir insan doğası varsayımı üzerine dayanır, ve—Platon'dan Hegel'e idealizm tarafından aklanan bakış açısıyla uyum içinde—insan tüm doğal/ekinsel ayrımlarının üstünde ve ötesinde duygusal ve ussal bir bütün olarak alınır. İnsanlığın tüm düşmanca bölünmelerinden sorumlu olan 'uygar/ekinsel' karşıtlıklar gerçekte insanın henüz eksiksiz insana gelişmediğini, henüz duyusal ve ussal doğasının kendisini baskıladığını anlatırlar.

Freud'un ruhçözümlemesi eytişiminde, gözüpekliğinde, insan kurtuluş ve özgürlüğüne bağlılığında felsefe ile, idealizm ile baştan sona aynı ereğe bakar. Ve tüm yalancı 'felsefeler'in, tüm pozitivizm ve pragmatizmin, ve tüm baskıcı ideolojinin çürütülmesidir. Elbette özdekçiliğin de. Ve elbette Frankfurt Okulunun da.

Freud yalnızca düşüncelerinde değil, ama eyleminde de gerçekliğe ve Özgürlüğe saltık olarak bağlı bir insandı. Yirminci yüzyıl Avrupasında tüm ekinsel inaklara yalnızca Us adına, hiçbir İdeoloji ile pazarlık etmeden karşı çıkmayı göze alan biricik düşünürdü. Bütün bir modern çağa, bütün bir Batı uygarlığına hiçbir değeri olmayan bir posa tanısını koymaktan, bütün bir Batı bilincinin bir kendini aldatma, sömürü, türesizlik, paranoya ve saldırganlık temelinde ayakta kalabildiğini tanıtlamaktan korkmadı. Bu vargıyı ancak yüreğinde evrensel insanlık sevgisini diri tutabilen bir ussallık, yüreği ile barış içinde olan bir us üretilebilirdi. Ve Freud sevginin insanın duygusal/ussal özünü ideal bir birliğe ulaştıracak güç olduğunu ileri sürdü: Eros'un "varlığının özü," Eros'un "amacı" "çoktan bir yapma "dır (Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları, V, 1930). "[U]ygarlık bireyleri [ve] ulusları daha büyük bir birliğe, insanlık birliğine kaynaştırmayı isteyen Eros'un hizmetindeki bir süreçtir" (VI). Freud hiç kuşkusuz evrensel insanlıktan umutsuz değildi. Kesinlikle Eros'un yenik düşeceğini ileri sürmedi. Umutsuz olduğu şey, hiçbir kurtuluş şansı tanımadığı şey—aslında bilinçaltı ve bilinçüstü bir dilek olarak yokolmasını istediği şey—saldırgan, açgözlü, duyunçsuz Hıristiyan Batı tiniydi. Kendinde daha şimdiden ölü olan modernist ekindi. Batı ekininde, bu baştan sona atrofik bilinç alanında, doğuşunu dünya sömürüsüne ve evrensel türesizliğe borçlu bu uygarlıkta tarihsel yitişinin Önüne geçebilecek hiçbir ilerici güdü, hiçbir devrimci istek, hiçbir ussal dilek bulunmadığına ileri sürdü—ne proleter, ne de entellektüel- Batı ekininin insanlığı birleştirecek tek bir ilkesinin bile olmadığını, tersine insanlığın bu gezegendeki varoluşunu gözden çıkarabilen bir sadizme yetenekli olduğunu göstermeye çalıştı. Ve doğrulandı. Elbette Batının entellektüel derinliği tarafından değil ama barbarlığı tarafından. Bu bilincin yol açtığı insanlık dışı olaylar tarafından.

A.B.D., Almanya, İngiltere, İsviçre, İsveç, vb. tarafından, yeryüzünü bir deliler evine çeviren bu Protestan pislik tarafından. Afrikalıdan Amerikan Yerlisine, Yahudiden Hintliye dek maymundan pek ayrı görülmeyen insanlığın yöntemli, bilinçli ve etkili olarak yokedelişi tarafından. Savaşın irrasyonalizminin bile doyuramadığı yokedicilik içgüdüsü tarafından. Savaşmayan insanlığı ortadan kaldıran bu nihilist ekin tarafından.

Freud Usun üzerinde hiçbir yetke olmadığını biliyordu. Ve Batının usun yetkesine karşı içgüdünün yabanıl gücünü çıkardığını görüyordu. Tüm felsefeciler gibi, tüm düşünen duyarlı insanlar gibi, usdışı Batı ekini tarafından yalnızca dışlandı. Freud bir araştırmacıydı, ve tamamlanmış bir insan ve uygarlık kuramı sunmadı. Düşünceleri, çözümlemeleri tüm dünyanın gözleri önünde gelişti, ve usun saltık değerinin ve gücünün kavranmasına doğru evrimlendi.

Buna karşı, Marcuse'nin, ve Frankfurt Okulunun Freud'a yaklaşımları baştan sona pragmatikti. Ruhçözümlemeyi daha baştan ölü doğmuş bir ideolojiye dürtü verebilmek için kullandılar. Herşeyi özdekçi bir aptallık görünüşü altına bürüyen ekonomik determinizmi reddetmek yerine, ona bir derinlik ruhbilimi ile, Freud'un ruhçözümlemesi ile yaşam kazandırabileceklerini düşündüler. Bu düzeye dek, Frankfurt Okulu dünyayı anlamadan yalnızca sürekli zorbalık yoluyla, sürekli terör yoluyla değiştirmeyi isteyen, tarihi açıkça bir terör devletine, istençsiz, özgürlüksüz bir despotizme geri döndürmeyi öneren ideolojiye bir tepki olarak biçimlendi. Bu tutum insanlara kuramcılıkta yeni bir aşama olarak göründü. Ulaşılan yeni bakış açısından, tüm Batı uygarlığı bir ruh hastası, sağaltıcı ise eleştirel ideolog oldu. Tasarın tuhaflığı temel kategorilerinin gülünç birlikteliğinden gelir: Ruh ve Özdek. Frankfurt Okulunun ruhçu-Özdekçi bakış açısı bir kez daha felsefesiz Batı entetlektüelinin yalnızca saçmaya, yalnızca hiçliğe yazgılandığını gösterdi: Horkheimer (sonunda açık gericilik bildirimi); Walter Benjamin (Mesihçi özdekçilik); Reich (Orgonomi); Adorno (Estetikçilik); Fromm (???—Hiçbir şey).

Marcuse felsefeci değildi. Aslında, kendine hiçbir zaman anlama fırsatını vermediği felsefeye karşı, idealizme karşı en eğitimsiz Önyargılarla saldırmada da bir sorun görmedi. Bu tutum 'özgürlükçü' Marcuse'de de onun en iç ideallerini çürüten, onu hiçliğe yitenlerin arasına yazgılayan yandır. En sonunda özdeksele ve içgüdüsel 'altyapı'ya göreli olan Eleştirel Kuramın insan Özgürlüğünü ve Değerini kurtaracak tek bir kavramının bile olmadığını bildiren kendisiydi. Ama felsefeye karşı ve özdekçilikten yana tutumu gene de Marcuse'yi dört dörtlük bir despot yapmaya yetmedi. Ve Batı ekininin ötesine geçen kategorileri, Usun kendisini kavramayı başaramasa da, bu ekinle uzlaşmayı reddetti, sonuna dek Büyük (ya da daha doğrusu küçük) Reddedişe bağlı kalmada diretti. Batının cılız duyuncunu rahatsız etmeye, insanlığa ve kendine kar$ı suçluluk duygusunu bilince çıkarmaya çabaladı Freud'u yorumu imgesel ve düzlemsel bağlarla tutturulan, özdekçi öğelerle parçalanan duygudaş bir tablodur. Sigmund Freud yalnızca Gerçekliğin Kurtuluşa götüreceğini biliyordu.

Herbert Marcuse bilmiyordu. -Aziz Yardımlı (Arka kapaktan)

Usun üzerinde hiçbir yetke yoktur :: "Es gibt keine Instanz über der Vernunft" (Sigmund Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği, 1927).

"[İ]çgüdüsel yeteneğimizi denetlemek için elimizde usumuzdan [Intelligenz] başka hiçbir araç yoktur. Düşünce yasaklarının denetimi altında duran kişilerden ruhbilimsel ideale, usun birincilliğine erişebilmelerini nasıl bekleyebiliriz?" (aynı yer.)

Freud'un uygarlık kuramı evrensel bir insan doğası varsayımı üzerine dayanır, ve—Platon'dan Hegel'e idealizm tarafından aklanan bakış açısıyla uyum içinde—insan tüm doğal/ekinsel ayrımlarının üstünde ve ötesinde duygusal ve ussal bir bütün olarak alınır. İnsanlığın tüm düşmanca bölünmelerinden sorumlu olan 'uygar/ekinsel' karşıtlıklar gerçekte insanın henüz eksiksiz insana gelişmediğini, henüz duyusal ve ussal doğasının kendisini baskıladığını anlatırlar.

Freud'un ruhçözümlemesi eytişiminde, gözüpekliğinde, insan kurtuluş ve özgürlüğüne bağlılığında felsefe ile, idealizm ile baştan sona aynı ereğe bakar. Ve tüm yalancı 'felsefeler'in, tüm pozitivizm ve pragmatizmin, ve tüm baskıcı ideolojinin çürütülmesidir. Elbette özdekçiliğin de. Ve elbette Frankfurt Okulunun da.

Freud yalnızca düşüncelerinde değil, ama eyleminde de gerçekliğe ve Özgürlüğe saltık olarak bağlı bir insandı. Yirminci yüzyıl Avrupasında tüm ekinsel inaklara yalnızca Us adına, hiçbir İdeoloji ile pazarlık etmeden karşı çıkmayı göze alan biricik düşünürdü. Bütün bir modern çağa, bütün bir Batı uygarlığına hiçbir değeri olmayan bir posa tanısını koymaktan, bütün bir Batı bilincinin bir kendini aldatma, sömürü, türesizlik, paranoya ve saldırganlık temelinde ayakta kalabildiğini tanıtlamaktan korkmadı. Bu vargıyı ancak yüreğinde evrensel insanlık sevgisini diri tutabilen bir ussallık, yüreği ile barış içinde olan bir us üretilebilirdi. Ve Freud sevginin insanın duygusal/ussal özünü ideal bir birliğe ulaştıracak güç olduğunu ileri sürdü: Eros'un "varlığının özü," Eros'un "amacı" "çoktan bir yapma "dır (Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları, V, 1930). "[U]ygarlık bireyleri [ve] ulusları daha büyük bir birliğe, insanlık birliğine kaynaştırmayı isteyen Eros'un hizmetindeki bir süreçtir" (VI). Freud hiç kuşkusuz evrensel insanlıktan umutsuz değildi. Kesinlikle Eros'un yenik düşeceğini ileri sürmedi. Umutsuz olduğu şey, hiçbir kurtuluş şansı tanımadığı şey—aslında bilinçaltı ve bilinçüstü bir dilek olarak yokolmasını istediği şey—saldırgan, açgözlü, duyunçsuz Hıristiyan Batı tiniydi. Kendinde daha şimdiden ölü olan modernist ekindi. Batı ekininde, bu baştan sona atrofik bilinç alanında, doğuşunu dünya sömürüsüne ve evrensel türesizliğe borçlu bu uygarlıkta tarihsel yitişinin Önüne geçebilecek hiçbir ilerici güdü, hiçbir devrimci istek, hiçbir ussal dilek bulunmadığına ileri sürdü—ne proleter, ne de entellektüel- Batı ekininin insanlığı birleştirecek tek bir ilkesinin bile olmadığını, tersine insanlığın bu gezegendeki varoluşunu gözden çıkarabilen bir sadizme yetenekli olduğunu göstermeye çalıştı. Ve doğrulandı. Elbette Batının entellektüel derinliği tarafından değil ama barbarlığı tarafından. Bu bilincin yol açtığı insanlık dışı olaylar tarafından.

A.B.D., Almanya, İngiltere, İsviçre, İsveç, vb. tarafından, yeryüzünü bir deliler evine çeviren bu Protestan pislik tarafından. Afrikalıdan Amerikan Yerlisine, Yahudiden Hintliye dek maymundan pek ayrı görülmeyen insanlığın yöntemli, bilinçli ve etkili olarak yokedelişi tarafından. Savaşın irrasyonalizminin bile doyuramadığı yokedicilik içgüdüsü tarafından. Savaşmayan insanlığı ortadan kaldıran bu nihilist ekin tarafından.

Freud Usun üzerinde hiçbir yetke olmadığını biliyordu. Ve Batının usun yetkesine karşı içgüdünün yabanıl gücünü çıkardığını görüyordu. Tüm felsefeciler gibi, tüm düşünen duyarlı insanlar gibi, usdışı Batı ekini tarafından yalnızca dışlandı. Freud bir araştırmacıydı, ve tamamlanmış bir insan ve uygarlık kuramı sunmadı. Düşünceleri, çözümlemeleri tüm dünyanın gözleri önünde gelişti, ve usun saltık değerinin ve gücünün kavranmasına doğru evrimlendi.

Buna karşı, Marcuse'nin, ve Frankfurt Okulunun Freud'a yaklaşımları baştan sona pragmatikti. Ruhçözümlemeyi daha baştan ölü doğmuş bir ideolojiye dürtü verebilmek için kullandılar. Herşeyi özdekçi bir aptallık görünüşü altına bürüyen ekonomik determinizmi reddetmek yerine, ona bir derinlik ruhbilimi ile, Freud'un ruhçözümlemesi ile yaşam kazandırabileceklerini düşündüler. Bu düzeye dek, Frankfurt Okulu dünyayı anlamadan yalnızca sürekli zorbalık yoluyla, sürekli terör yoluyla değiştirmeyi isteyen, tarihi açıkça bir terör devletine, istençsiz, özgürlüksüz bir despotizme geri döndürmeyi öneren ideolojiye bir tepki olarak biçimlendi. Bu tutum insanlara kuramcılıkta yeni bir aşama olarak göründü. Ulaşılan yeni bakış açısından, tüm Batı uygarlığı bir ruh hastası, sağaltıcı ise eleştirel ideolog oldu. Tasarın tuhaflığı temel kategorilerinin gülünç birlikteliğinden gelir: Ruh ve Özdek. Frankfurt Okulunun ruhçu-Özdekçi bakış açısı bir kez daha felsefesiz Batı entetlektüelinin yalnızca saçmaya, yalnızca hiçliğe yazgılandığını gösterdi: Horkheimer (sonunda açık gericilik bildirimi); Walter Benjamin (Mesihçi özdekçilik); Reich (Orgonomi); Adorno (Estetikçilik); Fromm (???—Hiçbir şey).

Marcuse felsefeci değildi. Aslında, kendine hiçbir zaman anlama fırsatını vermediği felsefeye karşı, idealizme karşı en eğitimsiz Önyargılarla saldırmada da bir sorun görmedi. Bu tutum 'özgürlükçü' Marcuse'de de onun en iç ideallerini çürüten, onu hiçliğe yitenlerin arasına yazgılayan yandır. En sonunda özdeksele ve içgüdüsel 'altyapı'ya göreli olan Eleştirel Kuramın insan Özgürlüğünü ve Değerini kurtaracak tek bir kavramının bile olmadığını bildiren kendisiydi. Ama felsefeye karşı ve özdekçilikten yana tutumu gene de Marcuse'yi dört dörtlük bir despot yapmaya yetmedi. Ve Batı ekininin ötesine geçen kategorileri, Usun kendisini kavramayı başaramasa da, bu ekinle uzlaşmayı reddetti, sonuna dek Büyük (ya da daha doğrusu küçük) Reddedişe bağlı kalmada diretti. Batının cılız duyuncunu rahatsız etmeye, insanlığa ve kendine kar$ı suçluluk duygusunu bilince çıkarmaya çabaladı Freud'u yorumu imgesel ve düzlemsel bağlarla tutturulan, özdekçi öğelerle parçalanan duygudaş bir tablodur. Sigmund Freud yalnızca Gerçekliğin Kurtuluşa götüreceğini biliyordu.

Herbert Marcuse bilmiyordu. -Aziz Yardımlı (Arka kapaktan)

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat