#smrgSAHAF Çiçeklername -

Basıldığı Matbaa:
Elma Basım
Hazırlayan:
İsmail Kara
Stok Kodu:
1199088599
Boyut:
24x30
Sayfa Sayısı:
112 s. + 10 adet renkli resim
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2006
Kapak Türü:
Ciltli
Kağıt Türü:
Kuşe Kağıt
Dili:
İngilizce
Kategori:
0,00
1199088599
474446
Çiçeklername -
Çiçeklername - #smrgSAHAF
0.00
Hep okunacak kitaplar hakkında yazılar kaleme alıyoruz. Bu kez, bakılacak kitaplardan bir tanesini konu edinelim. A. Süheyl Ünver Hocanın Çiçeklername* isimli kitabını… (Albüm de denilebilir, fakat ben kitap demeyi tercih ediyorum.)

Çiçeklere muhabbet duyan biri olarak, çiçekle ilgili her türlü yayını ilgiyle karşılıyor, karıştırıyorum.

Gerçi, artık hakiki çiçeklerin yerini plastik çiçekler alıyor. Çağın ruhunu yansıtan bu tatsız durum, çiçek meraklılarını fazlasıyla üzüyor. Öyle ya, her şeyin plastiği çıktı; şimdilerde popüler olan birçok sanatçının ve edebiyatçının da plastik olduğu söyleniyor...

İmam-ı Azam, balık yiyen askerleri görünce, onlara "bir balığın kaç yıl yaşadığını" sormuş. Ben de onlarca çiçeğin ziyan edildiği bir çelenk görünce, aynı duyguya kapılıyorum. Aklıma hep o dize geliyor: "Koparma gülleri, dalında kalsın..."

Dert yanmayı bırakıp kitaba dönelim.

Teknolojinin el becerimizi köreltmediği devirlerde, seyyahlar ve bilim adamları, gördükleri tarihi eserlerin, bitki ve hayvanların resmini çizerlermiş. Şimdi fotoğraf makinesi vb. şeyler var. Diyelim ki pikniğe gittiniz, orada güzel bir çiçek gördünüz. Hemen cep telefonunuzu çıkarıyor, tuşa basıyor ve çiçeğin görüntüsünü elde ediyorsunuz. Sıfır emek…

Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca, imkanı olmasına rağmen fotoğraf makinesi kullanmamış. Gittiği yerlerde gördüğü çiçeklerin, yaprak ve meyvelerin resmini büyük bir itina ile tek tek defterine çizmiş, boyamış. Bir anlamda, şimdi esamisi okunmayan bir geleneği tekrar diriltme çabasına girişmiş.

Çiçeklername, işte bu defterlerde yer alan resimlerden oluşuyor. Çilek de var, çiçek de…

Süheyl Ünver'in çiçeklerle olan ilişkisini, İsmail Kara söyle anlatıyor: "Hocamızın Peygamber Efendimizi sembolize eden gül çiçeğine, tasavvufi olarak Yüce Allah'ın en güzel tecellilerinden biri kabul edilen diğer çiçeklere meşrep olarak özel bir yakınlık ve sevgi beslediğine şüphe yoktur."

Sayın Kara, yazdığı önsözde Çiçeklername'nin çıkış gerekçesini de açıklıyor: "Vefatının yirminci yılı münasebetiyle zaten Cennet çiçekleri arasında yaşayan Hoca'nın hatırasını taziz için yapılacak işlerden en güzelinin, onun yıllarca göz nuru dökerek, severek, okşayarak çizdiği, boyadığı nadide çiçeklerden bir demetini kitaplaştırmak olacağını düşündük."

Yine, kitabın ilk sayfalarını, çiçek çizimleri kadar güzel olan Süheyl Hoca'ya ait iki yazı süslüyor.

"Türklerde çiçek zevki" ile "Türk sanatında çiçekler ve buketler" başlığını taşıyan yazılar, sadece Türklerde çiçek kültürü ve çiçeklerin İslam medeniyetindeki yeri hakkında bilgi vermiyor, Hocamızın o ince ruhunu da yansıtıyor. Sanki yazı yazmıyor, çiçekleri okşuyor…

Çiçeklerin Türk milletinin hayatındaki yerini anlamak ve anlatmak için, şu iktibası yapmak sanırım yeterli olacaktır: "Sapanca'da evlerin caddeye bakan cephesinde saksılar içinde açılmış çiçek bulundurmak, 'burada evlendirecek kızımız var' anlamına gelir. Eğer kızın talibi çıkar da iş kesinleşirse, bu sefer saksılar bahçe tarafındaki bahçeye taşınır."

Balkonunun ve penceresinin bir köşesinde çiçek yetiştirmeyen biri; parkta, kırda veya bir yol kenarında gördüğü çiçeği tereddüt etmeden koparabilir. Çünkü onun bu hale nasıl ve kaç günde geldiğini gözleriyle görmemiştir.

Çiçek yetiştirmenin meşakkatini bilen biri ise, o çiçeği koparmaz, eğer almak isterse, köküyle birlikte çıkarıp saksıya diker. (Cumhuriyet ile Osmanlı arasındaki fark da biraz böyledir. Osmanlı dikmiş, Cumhuriyet koparmıştır.)

Çiçek yetiştirmenin sanat olduğunu düşünenlerdenim. Nasıl insanların bir dili varsa, çiçeklerin de var. O dili bilmek, ayrıca her çiçeğe adıyla hitap etmek gerekiyor.

Çiçekler, toprağından suyuna kadar özen istiyorlar. Her birinin farklı huyu ve özelliği var: Mesela ortanca gölgeyi seviyor, karanfil güneşi; küpe çiçeği yerini kolay kolay beğenmiyor, sardunya ise hemen ortama ayak uyduruyor.

Çiçeklername'nin sayfalarını bir şölen havasıyla ziyaret ettikten sonra, saksıdaki çiçeklerimin değeri gözümde daha bir arttı. Mesela dört yıl önce Maraş dağlarından tohumunu getirdiğim gelincik, gözüme daha güzel göründü. Saksının bir kenarında kendine yer bulmuş bir dal papatya da öyle…

Çiçeklername'nin matbaadan çıkış tarihi de çok anlamlı: Baharın ilk günleri…

Hep okunacak kitaplar hakkında yazılar kaleme alıyoruz. Bu kez, bakılacak kitaplardan bir tanesini konu edinelim. A. Süheyl Ünver Hocanın Çiçeklername* isimli kitabını… (Albüm de denilebilir, fakat ben kitap demeyi tercih ediyorum.)

Çiçeklere muhabbet duyan biri olarak, çiçekle ilgili her türlü yayını ilgiyle karşılıyor, karıştırıyorum.

Gerçi, artık hakiki çiçeklerin yerini plastik çiçekler alıyor. Çağın ruhunu yansıtan bu tatsız durum, çiçek meraklılarını fazlasıyla üzüyor. Öyle ya, her şeyin plastiği çıktı; şimdilerde popüler olan birçok sanatçının ve edebiyatçının da plastik olduğu söyleniyor...

İmam-ı Azam, balık yiyen askerleri görünce, onlara "bir balığın kaç yıl yaşadığını" sormuş. Ben de onlarca çiçeğin ziyan edildiği bir çelenk görünce, aynı duyguya kapılıyorum. Aklıma hep o dize geliyor: "Koparma gülleri, dalında kalsın..."

Dert yanmayı bırakıp kitaba dönelim.

Teknolojinin el becerimizi köreltmediği devirlerde, seyyahlar ve bilim adamları, gördükleri tarihi eserlerin, bitki ve hayvanların resmini çizerlermiş. Şimdi fotoğraf makinesi vb. şeyler var. Diyelim ki pikniğe gittiniz, orada güzel bir çiçek gördünüz. Hemen cep telefonunuzu çıkarıyor, tuşa basıyor ve çiçeğin görüntüsünü elde ediyorsunuz. Sıfır emek…

Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca, imkanı olmasına rağmen fotoğraf makinesi kullanmamış. Gittiği yerlerde gördüğü çiçeklerin, yaprak ve meyvelerin resmini büyük bir itina ile tek tek defterine çizmiş, boyamış. Bir anlamda, şimdi esamisi okunmayan bir geleneği tekrar diriltme çabasına girişmiş.

Çiçeklername, işte bu defterlerde yer alan resimlerden oluşuyor. Çilek de var, çiçek de…

Süheyl Ünver'in çiçeklerle olan ilişkisini, İsmail Kara söyle anlatıyor: "Hocamızın Peygamber Efendimizi sembolize eden gül çiçeğine, tasavvufi olarak Yüce Allah'ın en güzel tecellilerinden biri kabul edilen diğer çiçeklere meşrep olarak özel bir yakınlık ve sevgi beslediğine şüphe yoktur."

Sayın Kara, yazdığı önsözde Çiçeklername'nin çıkış gerekçesini de açıklıyor: "Vefatının yirminci yılı münasebetiyle zaten Cennet çiçekleri arasında yaşayan Hoca'nın hatırasını taziz için yapılacak işlerden en güzelinin, onun yıllarca göz nuru dökerek, severek, okşayarak çizdiği, boyadığı nadide çiçeklerden bir demetini kitaplaştırmak olacağını düşündük."

Yine, kitabın ilk sayfalarını, çiçek çizimleri kadar güzel olan Süheyl Hoca'ya ait iki yazı süslüyor.

"Türklerde çiçek zevki" ile "Türk sanatında çiçekler ve buketler" başlığını taşıyan yazılar, sadece Türklerde çiçek kültürü ve çiçeklerin İslam medeniyetindeki yeri hakkında bilgi vermiyor, Hocamızın o ince ruhunu da yansıtıyor. Sanki yazı yazmıyor, çiçekleri okşuyor…

Çiçeklerin Türk milletinin hayatındaki yerini anlamak ve anlatmak için, şu iktibası yapmak sanırım yeterli olacaktır: "Sapanca'da evlerin caddeye bakan cephesinde saksılar içinde açılmış çiçek bulundurmak, 'burada evlendirecek kızımız var' anlamına gelir. Eğer kızın talibi çıkar da iş kesinleşirse, bu sefer saksılar bahçe tarafındaki bahçeye taşınır."

Balkonunun ve penceresinin bir köşesinde çiçek yetiştirmeyen biri; parkta, kırda veya bir yol kenarında gördüğü çiçeği tereddüt etmeden koparabilir. Çünkü onun bu hale nasıl ve kaç günde geldiğini gözleriyle görmemiştir.

Çiçek yetiştirmenin meşakkatini bilen biri ise, o çiçeği koparmaz, eğer almak isterse, köküyle birlikte çıkarıp saksıya diker. (Cumhuriyet ile Osmanlı arasındaki fark da biraz böyledir. Osmanlı dikmiş, Cumhuriyet koparmıştır.)

Çiçek yetiştirmenin sanat olduğunu düşünenlerdenim. Nasıl insanların bir dili varsa, çiçeklerin de var. O dili bilmek, ayrıca her çiçeğe adıyla hitap etmek gerekiyor.

Çiçekler, toprağından suyuna kadar özen istiyorlar. Her birinin farklı huyu ve özelliği var: Mesela ortanca gölgeyi seviyor, karanfil güneşi; küpe çiçeği yerini kolay kolay beğenmiyor, sardunya ise hemen ortama ayak uyduruyor.

Çiçeklername'nin sayfalarını bir şölen havasıyla ziyaret ettikten sonra, saksıdaki çiçeklerimin değeri gözümde daha bir arttı. Mesela dört yıl önce Maraş dağlarından tohumunu getirdiğim gelincik, gözüme daha güzel göründü. Saksının bir kenarında kendine yer bulmuş bir dal papatya da öyle…

Çiçeklername'nin matbaadan çıkış tarihi de çok anlamlı: Baharın ilk günleri…

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat