#smrgKİTABEVİ Bana Güneş, Çiçek ve Resmini Gönder -

Stok Kodu:
1199160498
Boyut:
14x21
Sayfa Sayısı:
456 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Basım Tarihi:
2013
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
0,00
1199160498
546652
Bana Güneş, Çiçek ve Resmini Gönder -
Bana Güneş, Çiçek ve Resmini Gönder - #smrgKİTABEVİ
0.00
Mahpushanenin ne olduğunu hiç bilmezdim, başı yukarılarda gezip, özgürlüğe kanat çırptığım ilk yıllarda papatyalar ve gelincikler toplar, yeşillerden demetler dağıtırdım. Benim pencerelerim hep maviye ve yeşile açıktı. Ne demir parmaklıkları vardı, ne tel örgüleri. Kapılar sürgülü değildi. Kilit nedir, pranga nedir bilmezdim. Ve hiç kelepçe görmemiştim... Hiç silah patlamamıştı yanı başımda... Hayattan "yaralı" bulunduğum yıllarda, her şeyin altüst olduğunu görecektim... 12den vurulup "kalben" yere serildiğim günlerde, sıcak bir elin bedenime değmesini bekliyordum. Sonra sadece kendim için yürümeyecektim. Yeryüzü ve gökyüzü dâhil her şeyi paylaşmayı, çirkini ve güzeli tanımak, hayatla kucaklaşmak istiyordum. İstediğim her şey benim değil, bizimdi. Tıpkı diğerleri, büyümeye kuşanmışların yaptığı gibi yılkı atına binmiş, doludizgin gidiyordum. Yıldızlara, denizlere, nehirlere, sevgilere ve tabii ki ihanetlere...

Dur durak bilmez ve hesaba gelmez hayatı başkalarında aradığımda, doğrusu bu ya, bir hayli şaşırmıştım. Çektiğim çilenin, hesabını verdiğim hayatımın "ışık düşmeyen" bölümünün, onların yaşadıklarının yanında bir hiç olduğunu fark ettim. Hasret çekmek kadar hasret çektirmek de anlatımda güçlük çekilen bir duyguydu. Belki de yakınlara verilmiş ama adı konmamış bir cezaydı bu. Hasret çekmek, hasret çektirmek kadar, ihtimal ki, kesinleşmemiş bir müebbetti. Onlar kelepçeden bilezik, urgandan kolye taşıyorlardı. Hasret satırları tahdide tabiydi ama sevgilerine gem vurulamazdı onların. Hayatın bilinmezliği içinde mevkuf olarak kalmışlardı. Oysa çok şey bekledikleri yoktu dışarıdan. "Bana güneş, çiçek ve bir de resmini gönder"den gayri.
(Tanıtım Bülteninden)

Mahpushanenin ne olduğunu hiç bilmezdim, başı yukarılarda gezip, özgürlüğe kanat çırptığım ilk yıllarda papatyalar ve gelincikler toplar, yeşillerden demetler dağıtırdım. Benim pencerelerim hep maviye ve yeşile açıktı. Ne demir parmaklıkları vardı, ne tel örgüleri. Kapılar sürgülü değildi. Kilit nedir, pranga nedir bilmezdim. Ve hiç kelepçe görmemiştim... Hiç silah patlamamıştı yanı başımda... Hayattan "yaralı" bulunduğum yıllarda, her şeyin altüst olduğunu görecektim... 12den vurulup "kalben" yere serildiğim günlerde, sıcak bir elin bedenime değmesini bekliyordum. Sonra sadece kendim için yürümeyecektim. Yeryüzü ve gökyüzü dâhil her şeyi paylaşmayı, çirkini ve güzeli tanımak, hayatla kucaklaşmak istiyordum. İstediğim her şey benim değil, bizimdi. Tıpkı diğerleri, büyümeye kuşanmışların yaptığı gibi yılkı atına binmiş, doludizgin gidiyordum. Yıldızlara, denizlere, nehirlere, sevgilere ve tabii ki ihanetlere...

Dur durak bilmez ve hesaba gelmez hayatı başkalarında aradığımda, doğrusu bu ya, bir hayli şaşırmıştım. Çektiğim çilenin, hesabını verdiğim hayatımın "ışık düşmeyen" bölümünün, onların yaşadıklarının yanında bir hiç olduğunu fark ettim. Hasret çekmek kadar hasret çektirmek de anlatımda güçlük çekilen bir duyguydu. Belki de yakınlara verilmiş ama adı konmamış bir cezaydı bu. Hasret çekmek, hasret çektirmek kadar, ihtimal ki, kesinleşmemiş bir müebbetti. Onlar kelepçeden bilezik, urgandan kolye taşıyorlardı. Hasret satırları tahdide tabiydi ama sevgilerine gem vurulamazdı onların. Hayatın bilinmezliği içinde mevkuf olarak kalmışlardı. Oysa çok şey bekledikleri yoktu dışarıdan. "Bana güneş, çiçek ve bir de resmini gönder"den gayri.
(Tanıtım Bülteninden)

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat